Harfleri söylüyorum: "A değil mi o? E evet evet kesinlikle E. Bunu okudum. T olabilir mi? p herhalde ama belki de değildir." Doktor gözümde farklı gözlük camları deniyor. "Bununla okuyabiliyor musun? Şununla net görebiliyor musun? Bu mu iyi az önceki mi iyiydi?" Ona cevap verip duruyorum. "Galiba bu iyi ama emin değilim, az önceki mi netti acaba? " Doktor "evet" ya da "hayır" deyin" diyor. "Neden kafan mı karışıyor?" diyesim geliyor ama sırıtmakla yetiniyorum. Birazdan yine sormaya başlıyor. Ben kendimi tutamayıp evetler ve hayırlar yerine yine uzun uzun karmakarışık cevaplar veriyorum. Beni yeniden uyarıyor "evet ya da hayır deyin lütfen" "Denerim" diyorum. "Lütfen" diyor yeniden.
"Hımmm..." diyor gözümün içine bakarken. Ona şöyle demek istiyorum: "Bana hımmm deme doktor ben hımmm'layan doktorlardan çok korkarım." Ama demiyorum. Gülümsüyor nazikçe. Yukarı kalkmış kaşlarımı indiriyorum. "Eveeeeet..." diyor bu kez de. Ben de sabırsızlıkla "evet?" diye soruyorum. "Miyop ve astigmatsız." Biz mi? "Yaşasın miyop ve astigmat kardeşliği" diye bağırmam gereken sahne bu muydu? Bu doktorlar neden böyle konuşurlar ki? Hastasının hastalığını kendine mal edip "ciğerlerimizi üşütmüşüz, böbreğimizde taş var, miyopuz, bademciklerimizin alınması gerekiyor..." falan gibi... Bu bir çeşit empati mi?
"Lens kullanmak istiyorum" diyorum. Yüzünde "seniiii seniii" dermiş gibi bir ifade beliriyor. "Renkli herhalde" diye gülümsüyor. "Elbette değil" diyorum "bence renkli lens ölü balık gözü gibi görünüyor." Başını sallıyor. "Neden o halde?" diye soruyor "çünkü gözlük kullanamıyorum" diyorum. Yine bir "hımmmm" geliyor. "Hı hı" diyorum ben de. Böyle garip bir dilde konuşmayı sürdürüyoruz. "Lens için göz yuvarlağının uygun olması gerektiğini söylediler" diyorum "Evet" diyor "bir kontrol edelim" deyip kaleme benzer bir şeyi önce gözümün altına sonra göz kapağıma batırıyor. "Evet evet uygun" diyor. Ama ben lens için uygun muyum? Bunu o an için elbette bilemiyorum...
*****
Lensler iki gün sonra geliyor. Hemen denemek için hazırlıklara başlıyorum. Tırnaklar çoktan kesildi zaten. İnternetten lensin nasıl takıldığını anlatan fotoğraflara bakıldı ve eller antibakteriyel sabunla defalarca sabunlandı. Kulağımda gözlükçünün lafları çınlayıp duruyor: "Hanımefendi sakın sağ ve sol olanı karıştırmayın" "Aman efendim solüsyonu ihmal etmeyin."
Evet sağ göz. "Pek zor olmasa gerek "diye geçiyor aklımdan. Ne aptallık... Uğraşıyor da uğraşıyorum. Onbeş dakika geçiyor lens hala elimde, yarım saat sonra durum aynı ve sonunda kırkbeş dakika sonra gözümde yaşlarla sağ lensi takmış bulunuyorum.Deli olmamak işten değil. Şimdi bir kırkbeş dakika da sol göz için mi uğraşacağım? Neyse ki insanların sadece iki gözü var. Ya sekiz on tane olsaydı. Biri miyop biri astigmat biri hipermetrop biri başka birşey olan bir sürü göz. O zaman gözlükçü yine "Aman hanımefendi lensleri karıştırmayın" cümlesinin sonuna şu cümleyi eklerdi herhalde "öyle diyorum ama sekiz gözle bu biraz imkansız hoho hohhohohoooo"
"Evet, cesur ol başarabilirsin" diyorum sol lensi elime aldığımda. kırkbeş dakikalık maratonu başlatıyorum. Bu kez yarım saatte bitiriyorum işi. Allah'ım ne kadar da hızlıyım. Kendimle gurur mu duymalıyım? Tepem atıyor iyice. Lens takma işi için bir saat onbeş dakika harcadığımı düşünüp sabah için plan yapmaya koyuluyorum. Kaçta uyanıyorum: 7:15. kaç dakikada hazırlanıyorum: yarım saat. Lensleri takmam ne kadar sürüyor: bir saat onbeş dakika. Buna göre bir hesap yaparsak saat 6'da uyanmam gerekiyor. Bir saat onbeş dakika lens takmak yarım saat hazırlanmak ve tam vaktinde işte olmak. Aman Tanrım dünyayı net görebilmek için katlandıklarıma bak. Aptal olmalıyım...Hayır aptal değilim. Miyop astigmatım sadece.
Ertesi gün elbette işe geç kalıyorum. Müdürüm "Küçük hanım hoşgeldiniz sefalar getirdiniz. Siz zahmet buyurmasaydınız, biz evinize getirirdik yapılacak işlerinizi" diyerek gülüyor. Kızarmış gözlerime bakınca kendini kötü hissedip densiz bir şaka yaptığını düşünüyor. "Birşey mi oldu?" diye soruyor endişeyle. "Yok birşey" diyorum tüm huysuzluğumla. Lensler tepemi attırmış zaten. Aklımda her sabah bununla uğraşıp uğraşamayacağım, bir süre sonra bu aptal lensleri kısa sürede takmayı öğrenip öğrenemeyeceğim var. "Kızım söylesene bir şey mi oldu?" diyor. "Lens" diyorum. Şaşkınca bakıyor. "Lensler yüzünden geç kaldım." Suratıma eğiliyor "Hani göremedim gözünde" diyor.Ona böyle sersem bir bahane sunduğumu düşünüyor olamaz değil mi? Yani onun gözünde bulup bulabileceği bahane bu olan bir aptal imajım yoktur değil mi? Hey büyük Allah'ım... "Yok yok göremezsiniz saydam bu." diyorum. "Renkli alsaydın ya" diyor. Töbe Yarabbim töbee.
Yukarıdaki mavi gözlerden ders almaya çıkıyorum. İkisi de donuk mavi bakıyorlar suratıma. "Ahahahah çok basit hayatım" diyor lens konusunda deneyimli olan. Diğeri de "ben de ilk taktığımda çok zorlanmıştım" diyor. Bilmiş ablalar ders verme konusunda pek bir istekliler. Biri gözünün kapağını tutuyor, işaret parmağında olmayan lensi gözüne yerleştirir gibi yapıyor. "İşte bu kadar basit" diyor. Yahu ben neden bu kadar uğraştım o zaman? Tamam diyorum arkamdan sesleniyorlar: "Keşke renkli alsaydın."
Neden herkes bunu söyleyip duruyor: "Keşke renkli alsaydın." Hayır efendim ben renkli lens takmam. Öyle donuk donuk bakmak istemiyorum. Üstelik hiç doğal değil. Kendi göz rengimizin nesi var ki? Siyah, kahverengi. Nesi var da illa yeşil ya da mavi gözlere sahip olmak istiyoruz? Hem bir insan gözleri sapasağlamken gözlerine sırf değişik ya da kendi çapında güzel görünmek için neden lens takar? Bunu hiç anlayamıyorum.
Aradan bir hafta geçiyor. Lens takma sürem değişiyor. Bazen bir dakikada bazen onbeş dakikada bazen de yarım saatte. Artık uzaktan gelen insanların yüzlerini görebiliyorum. Bu duyguyu unutmuştum. Bir bana uzaktan selam verdiğinde selamına karşılık verebiliyorum ve göremediğim ve dolayısıyla selam veremediğim için insanların arkamdan "pis soğuk nevale" demesinden de kurtulmuş bulunuyorum. Bir de şu süreyi azaltırsam herşey daha da güzel olacak ya neyse...
Lens aile meselesi haline geliyor. Beni gören herkes: "Eeee kaç dakika?" diye soruyor. Hepsine gününe göre yanıtlar veriyorum hepsi olaya değişik bir yaklaşım getiriyor. Kimi gözlük kullanmamı tavsiye ediyor kimi bilgisayara bu kadar çok bakmamamı kimi ise gözümde lensi hissedip hissetmediğimi. Son noktayı ise Anneannem koyuyor: "Sana dedim ben salak kızım o kadar okuma diye. Bak işte o kadar okumasan şimdi bununla uğraşmak zorunda kalmayacaktın."
Fotoğraf: http://www.ntvmsnbc.com/news/277402.jpg