Şurada, kalbimin tam üzerinde bir ağrı var. Yok, öyle doktorluk falan birşey değil. Bu tamamen huzursuzlukla ilgili birşey.
Kalktım, kendimi ve herşeyi unutayım diye biz aptalları donuna kadar soymak için icad edilmiş avmlerden birine gittim. Renklerin, curcunanın içinde kaybolur, bu saçmalık nehrine kapılır giderim diye umuyordum. Hiç de öyle olmadı. Her pantolona, her gömleğe hatta her kolyeye "bütün bunların ne anlamı, ne gereği" var diyerek boş boş baktım. Ben eşofmanların yanında iç çekerken biri geldi yanıma. O da bunalmış belli. Ölgün bir sesle "naber?" dedi. "Amaaaaan of pöf" kıvamında bir cevap verdim. Gelirken yolda çok sallanmış ve kapağı açılmış gazlı içecek gibi birden patladı. Onun da içi daralıyordu elbette, herşey tatsız tuzsuzdu, kimin sıkıntısı yoktu ki falan filan. Hepimiz daralıyorduk haklıydı. Zaten bu ülkede yaşayıp da daralmayan adamın alnını karışlarım ben.
Sonra başkaları da geldi. İçi sıkılıp da çatlayacak kıvama gelen dört kişi oluverdik birden. Hiçbirimiz birbirimizden destek alamıyorduk zira hiçbirimizin kendine hayrı yoktu. Öyle yan yana yürüdük. Sıkıntılarımızı yola ekmek kırıntıları gibi dökeriz diye umduk lakin onlar da bizimle geldiler.
Böyle tatlı bir güneş altında bunca huzursuzluk reva mı? Şu yanımda yürüyen gencecik kızın çektiği bunca acı hak mı? Ya diğerleri? Ya hiç suçları günahları olmayan, başkalarının hatalarını gencecik omuzlarında taşımak zorunda olan bu güzelim insanların ellerinden kayıp giden günler...
Ne yapmalı ne etmeli bilemiyorum. Ne kendi sıkıntıma ne de başkalarına merhem olamıyorum. Toparlardım eskiden oysa ki. Şimdi ya yaşlanıyorum ya da fena halde yorgunum...
Resim: Vladimir Kush