Seviyorum çarşı pazar dolaşmayı. İçine içine bakarak yürüdüğünde karşına ne çıkacağını asla kestiremiyorsun. Bazen bir cümle, bazen bir tabela, bazen bir kız, bazen de bir çocuk sana bir gülümseme armağan ediyor. Seviyorum çarşı pazar dolaşıp insanlarla karşılaşmayı...
Biri bana yenge dedi
Üniversite yıllarında evimin tam yanında pazar kuruluyordu. Henüz 90'lı yıllardaydık ve ben 20'li yaşlarımın keyfini çıkarıyordum. Dünya pek umurumda değildi gelecek de öyle. Tüm bu umursamazlığa karşın ev işlerini asla ihmal etmiyordum. (Ne tuhafmışım o zamanlar. Her neyse...) Bir cumartesi günü Ankara'nın o tatlı bahar günlerinden birinde pazara gittim. Sebzeler, meyvelerle elim kolum dolu dolaşmaya başladım pazarın içinde. O gürültülü patırtılı kalabalığı her zaman çok sevmişimdir. Çok garip, çok renkli ve her an sizi şaşırtmaya gebe bir dünya vardır orada. Alacaklarımı aldım tam dönüyordum ki birden patates almayı unuttuğumu farkedip geri döndüm. (alış-verişe çıktığımda hep böyle yaparım. Pazarın ya da marketin kapısından durup 30 saniye düşünürüm. Kesinlikle unuttuğum birşey vardır çünkü. Bana liste yapmamı söylerler. Listeleri sevmem. Listelerle yaşanan müthiş düzenli bir hayatı da...) Döndüm ve patates satan birini buldum, ne kadar istediğimi söyledim. Adam tarttı patatesleri ve bana uzatırken "Buyur Yenge" dedi. Bir an kare dondu. Patatesçinin "Yenge" lafı milyonlarca kez yankılandı. "Ne? Yenge mi? Ben mi? Bana mı yenge diyorsun? Tanrım, daha 22 yaşındayım. Bana neden yenge diyorsun? Üzerinde dizleri yırtık kot pantolon, saçma sapan siyah bir tişört bulunan ve az önce bir rock müzik konserinden gelmiş de evde yiyecek birşey bulamadığı için alıverişe çıkmış gibi görünen bir tipe neden yenge denir ki?" iç sesim dır dır dır konuştu da konuştu. Patates satan adam hiç birini duymadı tabi. Toparlanıp patatesleri aldım. Parayı uzattım "Buyur kardeş" dedim (Bunu ben mi söyledim? Eh etki tepki meselesi. "Buyur Yenge" dersen "Buyur kardeş" demem gerekir. Nokta.) İnsan bozulduktan sonra nedense bunu toparlamak için kendi kendine gülüyor. Şimdi o patates satan adamla karşılaşmak istemem doğrusu. Ben 22 yaşındayken bana yenge diyen adam 34 yaşındaki halime ne der acaba?
Az laf çok iş
Dolmuştayım. Trafik sıkıştı. Bekliyoruz. Yan tarafta bol ışıklı bir mekan. Ön cephe tamamen cam. (Sanki sergilenecek birşey varmış gibi.) Bir kahvehane. İçeride beş on adam öylece oturmuş çay içiyorlar. Birbirleriyle bile konuşmuyorlar. O öylece oturmuş adamların tam arkalarındaki duvarda kırmızı bir tabela ve üzerinde beyaz büyük harflerle şu yazıyor: "Az laf çok iş" Kendi kendime gülüyorum. Adamlar az laf bölümünü uygulamışlarda çok iş bölümünde takılmışlar galiba. Üstelik burası genelde işi olmayanların vakit öldürdüğü bir yer olarak bilinen bir mekan. "Belki de kahvenahe sahibi mizah anlayışı kuvvetli olan biridir" diyorum kendi kendime. Belki de çalışanlarına göz dağı veriyordur. "Kapayın çenenizi de çayları dağıtın, kültablalarını boşaltın. Sen ufaklık, Hüseyin Abin tost istedi duymadın mı? Ordan iki kaşarlı kap gel bakayım. Hadi canım hadi az laf çok iş. Çalışın..." Bu gerçekten çok hoş...
Sakız çiğnemesen...
Beyaz angora bir kazak istiyordum. Beyazı severim. Akşamüstü iş dönüşü bir mağazanın vitrinine bakıyorum. Canım eve gitmek istemiyor caddelerde mağazalarda oyalanıyorum. Hem angora kazak gibi bir bahanem de var. (Ne olmuş yani. Bahane işte adı üstünde.) O koca mağazanın içinde kimse yok. Ne tuhaf şey. Askılarda elbiseler, pantolonlar, ceketler ruhu gökyüzüne uçmuş cesetler gibi duruyorlar. Çıt yok içeride. Tam bir Stephan King öyküsü içinde gibiyim. (Dünya yok olmak üzere. Alarm alarm... Cesetler şimdiden binleri aştı. Şehir bazı insanlarca yağmalanmaya başlandı.) Ben bunlarla haşır neşirken birden nereden çıkıp geldiğini anlayamadığım bir kız beliriyor. "Buyrun neye bakmıştınız?" Cakkıt cakkıt cakkıt... Gördüğüm en korkunç sakız çiğneme biçimi. Dehşetle bakıyorum. Bu kadar hoş bir kızın bu şekilde sakız çiğnemesi gerçekten çok tuhaf. "Angora bir kazak istiyorum. Beyaz." diyorum. Kız yüzüme sanki ona "Uzayda hayat var mı? Sizin bu konuda uzman olduğunuzu söylediler de." demişim gibi tuhaf tuhaf bakıyor. Sonra başını yan tarafa çevirip "Esra Ablaaaaaa bi baksanaa yaaaa" diye bağırıyor. Esra Abla görünmez bir yerden çıkıp geliyor "Ne oldu?" diyor. Sakız çiğneyen kız "Angora soruyoo? Angora neeey?" diyor. Esra Abla bu işte daha tecrübeli belli. Kıza ters ters bakarak beni başka bir tarafa yönlendiriyor: "Hanımefendi buyrun kazaklarımız bu tarafta." Sonuç olarak angora beyaz bir kazak bulamıyoruz. Ben gülümsememi alıp çıkıyorum mağazadan. Bu kenti seviyorum...
Sana diyorum "kaç lira bu?"
Bakkallar hala var. İyi ki de varlar. Marketlerin o soğuk havasından eser yok onlarda. Tıpkı bu bakkalda olduğu gibi biraz mahmur, biraz bilge, biraz umursamaz, biraz da "yaşayıp gidiyoruz işte birader" havası var tüm bakkallarda. İçeriye giriyorum. Elimde iki ekmek. Oradan bir poşet alıyorum. Ekmekleri koyuyorum içine. Alacağım diğer şeyleri sayarken arka taraftan ince ama çok bilmiş bir ses yükseliyor "Kaç lira bu?" Arkama dönüp bakıyorum. En fazla 5 ya da 6 yaşlarında bir erkek çocuk. Elinde oyuncak bir tabanca. Büyümüş de küçülmüş sanki. Kaşlarını çatmış tabancayı inceliyor. Öyle ciddi bir havası var ki sanki o ufaklık kocaman bir adam tabanca da gerçek tabanca. Bakkal benim siparişlerimi oradan buradan birşeyler alarak bir poşete dolduruyor çocuğa cevap vermiyor. Çocuk kaşlarını çatıp tekrar soruyor. "Şşşşşşt bakkal sana diyoruuum. Kaç lira bu?" Bakkal sanki o orada yokmuş gibi devam ediyor işine. Çocuk öfkeyle bakıyor. Tabancayı kutunun içine atıyor ve "Almıyorum işte" diyor. Kapıyı çarpıp çıkıyor. Tutamıyorum kendimi gülüyorum. "Çok sinirlendi galiba" diyorum. Bakkal başını iki yana sallıyor. "Bıktım bacım ben bu çocuktan." diyor. "Her gün gelip her gün aynı şeyi yapıyor. Aklı sıra beni canımdan bezdirip tabancayı ona vermemi sağlayacak. Tövbeee tövbeee..." Adama tabanca parasını vermeyi teklif ediyorum. "Yooook" diyor "Ben de bilirim ona o tabancayı vermesini de işin keyfi kaçar o zaman." Bakkal gülüyor. Anlıyorum ki aralarında böyle tatlı bir iletişim var. Aslında kimse birbirine gerçekten kızmıyor... Bakkallar iyi ki var...
Resim:Giuseppe Arcimboldo
sen gerçekten iyi biliyorsun bu işi. ellerine, yüreğine kalemine sağlık!
YanıtlaSilTeşekkür ederim :)
YanıtlaSilYazınızı okurken bana ilk amca demeleri aklıma geldi :) Yürüşe çıkmıştım. Arkamdan bir çocuk amca şu topu atsana diye seslenmişti seneler önce (evvel zaman içinde :)) Sağa sola bakındım ilk şaşkınlıktan sonra toplarını yollamıtım. İrkildiğimi hatırlıyorum.
YanıtlaSilArkadaşa katılıyorum bu arada :) yazmasını biliyorsunuz, elinize kolunuza ve daim yüreğinze sağlık
İnsan "abla" ya da "abi" diye hitap edilmeye alışmışken "teyze" ve "amca" hitapları tüylerini diken diken ediyor. Sanki farkında olmadığımız zamanın akışını çocukların dilinden duymanın tedirginliği bu...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim :)
nasıl ses çıkardığını bilmiyorum ama su sakızlı paragrafa kadar sakız çiğneyerek okuyordum ben de yazıyı. orada sanki sana ve okuyanlara yakalanmışım gibi puuh, gitti sakız.
YanıtlaSilsonra grup angora vardı eskiden. mustafa yolaşan falan. tatil sabahı, radyo tiyatrosu,çocuk bahçesi. berber recep, bakkal niyazi . hey gidi. güzel günlerdi. fakirdik ama mutluyduk be sadık.
insanı yazılarına götürmen çok yüce birşey kafamda onca güzel anı oluştu ve ciddiyim görürken onların kokularını aldım.90 lı yılların müziklerini bile sırf bu ruh yüzünden severim.Şimdi ise daha çok etkili tepkili olabildiğimiz bakkallarda ve pazarlarda nadiren alınabilen bir koku oldu.Şu an o döneme ait fotoğrafa baksam bile o doğallık özleniyor :)
YanıtlaSilÇarşı pazara bende bayılırım özellikle çanakkale'de köylü teyzelerle muhabbet ederek onların çıtır çıtır ürünlerini satın alması varya, değme..Parça parça alışveriş ve insan manzaraları yazmışın çok akıcıydı, teman değişmiş güle güle kullan :)
YanıtlaSilREHAV: Yaaa öyle yakalarım işte cakkıt cakkıt sakız çiğneyeni :)
YanıtlaSilE vallahi doğru fakirdik ama mutluyduk.
SIN: İnsan hep özlüyor değil mi geçmişe dair birşeyleri. Ve ne tuhaftır ki anıları en çok kokular saklıyor.
SİMİNYA: Çarşı pazar öyle renkli ve içinde o kadar çok hikaye barındırıyor ki onları es geçmek büyük kayıp olur. Hayattan insan manzaraları der ve dolanırım ben çarşı pazar :) Çok teşekkür ederim Siminya...
Şimdi senin bu yaşlı insanların buraya toplanmış olmasına sevinmene alınmalı mıyım bilemedim :) Ben ve yaşlı arkadaşlarım (bu yaşlı diye adlandırılan grup 35 ve üzeri olanlar :) yaşlı olmaktan memnunuz da o açıdan hani :))) Peki ya sen kaç yaşındasın 20? 21? 22? Yoksa sen de biz Yaşlılar Klubünün üyelerinden misin? :)))))))))
YanıtlaSilkaroshi'den geliyorum. hak geçmesin. ona ihtarnameyi verdim sıra sen de.
YanıtlaSilartislik olsun diye @ takısı ekledik nikneyme ama sallamıyor kimse.
ben de dikkatsiz biraderime sallarım.
şimdi o otuzbeş.
izmir'in otuzbeşi mi?
altınbaş or tekel otuzbeşi mi?
yoksam tevellüt otuzbeşi mi?
bilelim birader.
bana kalırsa yorumu iki defa tekrarladığına göre
en az yüzonbeşsin sen. hadi itiraf et.
REHAV@: Ay ay ay kızma hemen. Bak ekledim @ işaretini :)
YanıtlaSilDİKKATSİZ: Üzgünüm dostum ama sen de bizim yaşlılar klubünün üyesisin. Hİç "ben gencim daha 35'im" deme :)
Ben de ekledim @i... Ve ben de 35 olacağım yakında.. Pazara çıkmayı özledim ben. Mutluluk verir.. 30-40arası en sevdiğim dönem oldu benim. Büyük yaşadığımız için büyük konuştuğumuzda yadırganmıyoruz.. Bir bildiği vardır denmesi güzel belki de.. Hüzünlenmek de güzel ..
YanıtlaSilİşte klubümüzün Karöshisi de geldi :) Misler gibi vallahi 30'lu yaşlar değil mi Karöshim? 80'ler 90'lar hepsini görüp bilmiş bir nesiliz biz.İstediğimiz gibi büyük laflar etme hakkımız var, geçmişi özleyip "hey gidi günler" diyerek hüzünlenme hakkımız da... İnsanlar 30 olunca bunalıma girerlermiş. Ben hiç yaşamadım bunu ben de senin gibi 30-40 arasının en güzel zamanı olduğuna inanıyorum insan ömrünün :)
YanıtlaSilBen 30 yaşında hayatımla ilgili ilk ciddi kararımı verdim. O zaman anladım büyüdüğümü:) Misler gibi 30lu yaşlar evet.. Hem gencim hem büyüdüm az da olsa:) Genciz.. Ne istediğini bilen gençleriz.. fark bu.. değil mi? değil mi?:)
YanıtlaSilsakız mevzusuna parmak atmak istiyorum bende hemde en uzun parmağımla parmak atmak. O sakızı çiğnemesini bilmeyene atmak istiyorum parmağımı gırtlağına sakız yapışana dek.
YanıtlaSilEvet tam olarak istediğim budur... :)
KARÖSHİ: Tam olarak budur: Hem gençsin hem de ne istediğini biliyorsun... İşte 30'lu yaşların güzel olma sebebi.
YanıtlaSilKRİPTOGRAF: Şükürler olsun ki o kızcağızla sen karşılaşmamışsın :)
sen böyle yazıyosun olayları , sanki değişiklermiş gibi geliyor okuyunca, halbuki benzerleriyle defaatle karşılaştığım şeyler..
YanıtlaSilherşeyi yaşamışlığım mı var yoksa? yoksa yaşanmışlık hissine mi sahibim şu genç yaşımda?
Once bir sonraki (Komsularinla ilgili olan -bu arada copleri toplayip geri vermis olmana hayran oldum-) yazini okuyup baska bir ulkede yasiyor olmanin nimetlerine sevindim; sonra da bu yaziyi okurken bakkalin cocukla cocuk olmasina. Bu olsa olsa benim ulkemde olur ancak dedim, ulkemi herseye ragmen neden ozledigimi ve sevdigimi hatirladim.
YanıtlaSilYazilarini okumak gercekten cok keyifli.
Bu arada 30 yaslarin guzelligine ben de katiliyorum buradan.
ARTİ: İyi niyetle düşürsek bana yorumunla iltifat ediyorsun :) Fesat düşünürsek şunu demek istiyorsun: "Zaten bunları biliyoruz değişik bişey anlat." :))) Hangisini düşünmeliyim? :)))
YanıtlaSilCALANON: Öncelikle çok teşekkür ederim.
İnsanın ülkesini sevmesi üzerine düşünüyordum bugün Ece Temelkuran okurken. Ne kadar şkayet etsek de bizler bu ülkenin toprağıyla yoğurulanlar yani ülkemizi tüm renkleriyle sahiplenip seviyoruz sanki. Kötü yanlarını gülerek anımsarken iyi yanlarını düşündüğümüzde içimiz ısınıyor. Bunu belki de en çok ülkesinden uzak olan derinden hissediyordur içinde. Değil mi?
Bana da senelerce dede dedil yeni yetme çömezlerim. Tabi seninki gibi gerçek anlamında değildi o ayrı.
YanıtlaSil******
O tarz kızlar epey var piyasada. Bu sene çok modalar. Hatalı üretimler ama iade süresi geçmiş işte.. Öyle kabullenmek gerekir bu saatten sonra..
******
Züpperötesi bir muhabbetmiş. =)Çocuğun tripleri gözümde canlandı resmen..