27 Mayıs 2021

Daha fazla utanmamak için...


Çocuklar bahçede bir kedinin peşinde koşup duruyorlar. Pencereden onları izliyorum, kahkahaları şu berbat hayatın içinde yağmurlu havada bulutların arasından sızan gün ışığı gibi, öylesi güzel, öylesi umut verici. Bir an sonra küçük bir erkek çocuk "aşkımmm" diye diye koştuğu kedinin karnına bir tekme atıyor. Zavallıcık bağırarak kaçıyor. Kız kardeşi çocuğa bir tokat atıyor kediye vurduğu için sonra anneleri çıkıp kıza bağırıyor. Kız kendini parçalarcasına çocuğun kediye vurduğunu, bunun doğru olmadığını anlatmaya çalışıyor. Kadın onu dinlemiyor bile. Çünkü o erkek çocuk onun kıymetlisi. O dokunulmaz, o ne yaparsa yapsın başı okşananlardan. Öfkeden deliye dönüyorum. Ne yapmalı? 

Kadın hep aynı. Erkek çocuğunu koruyor, ona kim ne yaparsa kıyametleri koparıyor. Hatta yaşı daha büyük olan kız çocuğuna, oğlu kendi kendine düşse bile bağırıyor, ona dikkat etmediği için. Çocuk ise ona buna sopayla vurmalara, kedileri tekmelemelere, bahçede ne bulursa kırıp dökmelere doyamıyor. Doyamıyor çünkü biliyor ki ne yaparsa yapsın onu koruyan annesi var. Doyamıyor çünkü ne zaman bir zarar verse bir şekilde onaylanıyor. Kadın bir kez bile ona hatalı olduğunu söylemiyor. Küçük prensi suçlu olsa bile dayak yiyen çocuklar işitiyor azarı. 

Hani erkek şiddetinden söz ediyoruz ya inanın bana şiddet gösteren erkeklerin bir bölümü bu tür kadınların eseri. Bu öyle bir kadın türü ki kendini daha baştan erkekten aşağı kabul etmiş, beş yaşında olsa bile bir erkeğin kendisinden ve tüm kadınlardan üstün olduğuna inanmış. Gördüğü şiddetin hayatı doğası olduğunu kabul etmiş bu kadın türü ne yazık ki hayatın doğası olarak bildiği bu saçmalığı çocuklarına öğretmekle de kendini yükümlü görüyor.

Bu demek değil ki şiddet gösteren erkeklerin sorumlusu sadece anneleri. Hiç de değil. Zira o erkek büyüyor, eğitim alıyor ve eğer varsa (ki bence herkeste yok) vicdanı ve merhametiyle düşünmeyi öğreniyor. Ayrıca kendisini elinden gelenin en iyisini yaparak yetiştirmiş şahane bir annenin öfke patlamaları yaşayan, şiddete meyyal çocukları da oluyor ne yazık ki. Var elbet bunun da sorumlusu. İşte o sorumlular küfür eden erkek çocukları "koçum benim" diye alkışlayanlar, "kimseden dayak yeme sana vurana sen de vur oğlum" diyen dağların aslanı babalar, mahallede çıkan çocuk kavgasında onları yatıştırmak yerine birbirini vuran ana babalar, şiddet haberlerine hiç şaşırmayan, çayını pastasını yerken "adam karısını vurmuş" diye dedikodu malzemesi olarak sohbetine renk kattığını sananlar, "aman kavga falan görürsen araya girme kim vurduya gidersin" diye telaşlanan anneler, daha neler neler... Bundan hepimiz tek tek sorumluyuz. Hiçbir şey yapmadığımız, yapmaya çalıştığımızda birbirimizi durdurduğumuz ve sonra utanmadan gidip yataklarımızda sanki melekmişiz gibi mışıl mışıl uyuduğumuz için. Hepimiz birbirimizin yüzüne tükürsek yeridir diyeceğim de hangimiz günahsızız ki o hakkı kendimizde bulalım.

Neymiş efendim insanoğlunun doğasında varmış şiddet,aman ne şahane tespit. Neden bazılarımızın doğasında yok. Biz insan değil miyiz? Biz de öfkeleniyoruz, hatta deliriyoruz zaman zaman ama kimsenin suratına şamarı yapıştırmıyoruz, elimizdeki eşyaları yerlere çarpmıyoruz. Sakinleşmeye çalışıp soğukkanlı düşünmeye çaba gösteriyoruz. Çok mu kolay bu? Hiç değil. Ama şöyle düşünüyoruz temelde, kimseye vurmaya, kimseyi incitmeye hatta hiçbir eşyaya zarar vermeye hakkımız yok. Temel mesele de bu kendinde hak görme meselesi zaten. Evlendik, sen benim karımsın aaaa hayır yanlış söyledim karım değil malımsın. E bir insanın da kendi malı üzerinde bir otoritesi ve karar verme yetkisi olduğuna göre sen benim istediğim gibi olmazsan kafa göz dalabilirim. Bu işte temel düşünme biçimi. Aslında bu adamlar belki de robot kadınlarla evlenmeliler. Sonsuz itaat. Ama bence bu tür adamlar bir yolunu bulur o robotları da parçalar, kablolarını söker, kafalarını koparır, mekanizmalarını bozarlar. Sonra yatışıp takım elbise ve kravatlarını takar, koltuklarına oturur cep telefonlarından yenisini sipariş ederler. Zira onun o içindeki manyağın karşısındakinin ne yapıp yapmadığıyla bir ilgisi yok esasen. 

Beyler içinizde elbette gerçek anlamda insan olanlarınız, hatta kadınlarla bu konuda omuz omuza savaşanlarınız var. Dilerim sayıları da çoktur bu güzel kalpli adamların. Ama merak ediyorum bir adam bir kadını öldürdüğünde sizin içiniz o cinse mensup olmaktan dolayı utançla dolmuyor mu? Yoksa siz de bazılarınız gibi "kadın kim bilir ne yaptı?" diye adama haklılık sunma yoluna mı giriyorsunuz? Hiç aklınıza geliyor mu bir insanın yaşam hakkının ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın elinden alınamayacağı. Siz birbirinizi, hemcinslerinizi onayladığınız sürece bunun asla bitmeyeceği, belki bir gün damadınızın kızınızın gırtlağını keseceği ya da eniştenizin kız kardeşinizi öldürüp, ormanda ıssız bir yere gömeceği aklınıza geliyor mu? O zaman da kızım, kız kardeşim ne yaptı acaba der misiniz? Düşünün. Birbirinizi haklı çıkarmaktan vazgeçin artık lütfen. Çünkü haklı değilsiniz. Birini öldürmenin normal olduğunu düşünerek nasıl haklı olabilirsiniz, düşünün. Ama herkes yapıyor o zaman demek ki normal demeyin. Normal değil. Zaten kitle çoğu zaman haksızdır. 

Bunları söylemek istedim çünkü bir kadın olarak borçlu hissediyorum kendimi. E ne işe yarayacak bu söylediklerin diyeceksiniz belki. Bir işe yarar mı bilmiyorum, hatta sanmıyorum da. Ama ben hergün bu haberleri okurken bir insan olarak utançtan yerin dibine giriyorum. Ve en çok da sustuğum için utanıyorum. Bu yazıyı daha fazla utanmamak için yazdım. Koca okyanusa bir zerre. Olsun okyanus da zerrelerden oluşmuyor mu?

Fotoğraf: Engin Akyurt

14 Mayıs 2021

Cuma Mektupları- Buluttan Kayalar


 Benim güzel kardeşim,

Ocean Vuong, Yeryüzünde Bir An İçin Muhteşemiz adlı kitabında nefis bir anısını anlatıyor, annesi ile yaptıkları bir uçak seyahatinde uçak türbülansa giriyor ve sarsılmaya başlıyorlar. O sırada altı yaşında küçük bir çocuk olan yazar öyle çok korkuyor ki annesi bir koluyla ona sarılıyor ve şöyle diyor, "Bu kadar yükselince bulutlar birer kaya parçasına dönüşüyor, sen de bu kocaman taşları hissediyorsun." 

Bu bölümü okurken kendimi öyle bütünleştirmiştim ki o küçük çocukla bir an için kendimi o uçağın içinde hissedip gözlerimi kapadım. O sırada şunu düşündüm. Böyle bir korku sırasında gözlerimi açık tutmayı mı yoksa kapamayı mı tercih ederdim? Sanırım açardım. Elbette bu şu anda rahat, güvenli bir odada oturmuşken verdiğim bir karardı. Hiç de öyle olmazdı dedim kendime. Az önce o uçağın içinde olmadığın halde kapatmadın mı gözlerini?

Şu aralar da kapıyorsun ya gerçi. Bütün o korkunç haberleri okumaktan vazgeçtin mesela bir süredir, öyle çok ölüm haberi aldın ki biri sana bir ölüm haberi verse kulaklarını tıkamak istiyorsun, canını yakan bir fotoğrafa bile bakamıyorsun artık, bir filmdeki acıları kaldıramaz hale geldin ki o gerçek bile değil. Şimdi düşün bakalım gerçekten gözlerini açık mı tutardın yoksa her şey geçip bitene dek kapamayı mı tercih ederdin?

Biz görmeyince ya da duymayınca gerçek gerçek olmaktan vazgeçmiyor biliyorsun değil mi? Ama göğsümüzün içindeki de taş değil be kardeşim. Her acıda asit yağıyor üzerine ve yavaş yavaş eriyor. İnsan ne yapacağını bilemiyor. Saklanacak bir delik yok, nefes alacak bir gök kalmadı artık. Bir tek şey kaldı elimizde o da hala inatla dayanmaya çalışan kalbin içinde minik bir inci gibi parlayan umut. Nasıl inci kumlardan oluşuyorsa umut da acılardan mı oluşuyor dersin? Bilemiyorum. İnan bana artık hiçbir şeyi bilmiyorum.

Geçen gün bunu düşünüyordum, ben artık hiçbir şey bilmiyorum dedim. Bildiğim her şey hikaye oldu. Doğrular yanlış, yanlışlar normal oldu ve benim öğrendiğimi sandığım hiçbir şeyin bu dünyada hükmü kalmadı. İnanıyor muyum kendi doğrularıma hala? Elbette sonuna kadar hem de. Ama hükümsüz işte, o ne olacak bilemiyorum. 

Hal böyle işte. 

Yüreğinin kıyısından öperim, hasretle...

Fotoğraf: Pexels

07 Mayıs 2021

Cuma Mektupları

 


Benim kıymetli kardeşim,

Kendimi yavaş yavaş yaprakları dökülen bir ağaç gibi hissediyorum. "Arkana bakma" diyorum kendi kendime "sen güneşe bak. O parladığı sürece umut var." diyorum ama yine de kendimi arkama bakmaktan alamıyorum. Ah o yapraklar, yapraklar... Her birine bir hayat sığarmış gibi geliyor bana ya aslında yağan yağmurla dünyanın çöplüğüne gömülmeye yazılı kaderleri. Her insan böyle değil mi? Kendisine kocaman görünen dünya, bu koca çöplükte bir hiç. Ne zavallıyız bak halimize. Ne kadar acınası, ne kadar merhamete muhtaç.

Merhamet dedim de aklıma geldi. Biz onun yokluğundan böyleyiz değil mi? Hepimiz baktığımız yerde merhamet ararken cehennem alevlerinden islenmiş yüzümüzle, o alevlerin dumanından kırpıştırdığımız gözümüzle kalakalıyoruz. Ama sorun bizde aslında. Sanıyoruz ki hiçbir şeye gücümüz yetmez. Şöyle olmalı o cümle, "her şeye gücümüz yetmez belki ama karınca misali su taşımalı yangına." Hepimiz böyle olsaydık, pes etmeseydik, teslim olmasaydık yani belki o alevler değil güller çıkacaktı karşımıza.

Bir haber okudum. Adamın biri park etmiş bir araçtan kedi sesi duymuş. Ve aracın üzerine not bırakmış, kaportada kedi var diye. Bir bankamatik makbuzuna yazmış notu. Şimdi bu adamın vicdanından öpesin gelmiyor mu senin de? Bu kadar zalim bir dünyada mavi küçük bir çiçektir o vicdan. 

Ah benim güzel kalpli kardeşim,

Çok uzun zamandır ağlamadım. Bu güzel bir şey mi? Değil. Kalbimi nasıl da bir istiridye gibi kabukla kapladığımın hikayesidir bu. Acıdan, kederden, korkudan bir kabuk. Ölmüş insanların hatıralarından örülmüş, daha fazla acı olmasın diye kaya gibi sağlam bir kabuk. Ama sandığım kadar sağlam değilmiş ki akan gözyaşları ile (ki uzun zamandır ilk defa) kar tanesi gibi eriyiveren bir kabuk. Biliyor musun ağlamak iyi geldi. Hep iyi gelir. Unutmuşum. Varsın erisin dedim. Bu acıdan korunmanın yolu da yok zaten. Hiç olmazsa yıkansın kalbim. Dünya böyle işte dedim. Belki düzeliriz. Belki eskisi gibi olmasa da daha katlanılabilir bir hal alır.

Üzdüm mü seni ? Üzülme. iyi olacağız diye düşün. Düşünmek belki başlangıcıdır olacak olanın. Öyle de kendine. Ben öyle diyorum. Buna inanmak için kendi kendime konuşuyorum. İyi olacak, iyi olacak, iyi olacak.... Sen de söyle. Belki hepimiz aynı şeyi tekrar edersek, hepimiz iyi olsun diye çabalarsak, hepimiz kalbin çekirdeği olan merhameti kazıp yeniden çıkarırsak kim bilir belki gerçekten iyi olur...

Kalbinden öpüyorum seni, kalbinin çekirdeğinden.... Zira o olacak tohumu güzelliğin ve iyiliğin....

06 Mayıs 2021

soruyorum size bayanlar baylar


Bunu gerçekten merak ediyorum, ben bu kadar uzun zamandır yazmıyorken, tam bir sorumsuzluk örneğiyken, bu bloğu burada böyle boynu bükük kendi halinde bırakmışken sizler bu bloğu nereden buluyor ve takip ediyorsunuz. Hatta okuyor ve yorum yazıyorsunuz. Az önce gariban sayfama bir göz atayım diye geldim ve gerçekten şaşırdım. Yorumlar yazmışsınız, takibe almışsınız. Benim gibi bir vefasız blog yazarına bu vefa beni gerçekten utandırdı. Merakımı mazur görün ama gerçekten şaşırdım.

Eskiden çok ciddiye alıyordum yazmayı. Hem de nasıl. Biri bir kelime etse kafamda yüz fikir patlıyordu. O halimi deli gibi özlüyorum. Üzerine çok düşünüyorum; yaşlandım mı, coşkumu mu kaybettim, insanlarla iletişimi mi azaltma meylindeyim, yoksa artık yazamayacağıma ya da yazmaya değer bir şey olmadığına mı inanmaya başladım?

Öyle çok istiyorum ki eskisi gibi olmayı, bir şarkıdan bir hikaye çıkarmayı, insanları yeniden gözlemlemeyi, onlara gerçekten bakmayı,  bir sohbet üzerine yazarak düşünmeyi. İnsanın zamanla içinde bir şeyler ölüyor belki de. Daha katı bir hale geliyorsun ya da ne bileyim. Oysa kafanın içinde bir dünya yaratmadan bu dünya fazla gerçek değil mi? Ki gerçeklik çoğu zaman dayanması, tahammül etmesi oldukça zor olan bir kavram. En azından benim için böyle. 

Bu halimi hiç ama hiç sevmiyorum. Şimdi hatırladım neden yazmayı azalttığımı; çünkü son yazdıklarım öyle karamsardı ki ne kendime ne de okuyana bunu yapmaya hakkım yok diye düşündüğümü hatırlıyorum. Negatif enerji saçıp duruyordum ve hiç ama hiç hoşlanmıyordum o halimden. Şimdi nasılım? Eh o halimden hallice herhalde. Daha iyi olurum diye umuyorum. 

Eeeee sorumu yanıtlayacak mısınız? Bak en azından merakımı kaybetmemişim, bu da bir şey değil mi?

fotoğraf: pexels

Ne demeli...

İnstagram'da tatlı tatlı gülümseyen, yüzünde güneşler parlayan gencecik bir kız gördüğümüzde o mutlu genç kızın bir gün biri tarafından ...