20 Ocak 2021

Lüküs Hayat...


Geçen gün bir arkadaşımla konuşuyorduk, "ne kadar lüks bir hayatımız varmış farkında değilmişiz" dedi. Haklıydı. Ben de bunu uzun zamandır düşünüyordum. Günlük hayatın bir parçası sandığımız her şeyin bir armağan olduğunun farkında değilmişiz, ne yazık. İnsan ancak sağlam bir tokat yediğinde kıymet anlayan bir varlık. 

Eskiden, eskiden diyorum çünkü 2020 bana 10 yıl gibi geldi, sokakta rahat rahat yürüyor, biri yakınımızdan geçse umursamıyorduk, otobüslere, dolmuşlara rahatça biniyor, bir yere otursak, bir yere tutunsak irkilmiyorduk, bir yerlerde oturup karnımızı doyurabiliyor, arkadaşlarımızla çay kahve içebiliyor, masalara elimizi koyuyor, elimizi nereye sürdüğümüz üzerine kafa yormaksızın yanağımızı kaşıyabiliyor, çantamızı kolonya, dezenfektanla doldurmuyor, delirmiş gibi el yıkamıyor, derin derin nefes alıyor, nefes alırken yanımızda yöremizde biri var mı, havada mikrop var mı diye endişelenmiyor, azıcık burnumuz aksa üşüdük galiba, sıcak bir şey içeyim geçer diyor, Allah ne verdiyse yiyor deliler gibi vitaminlere, gıda takviyelerine sarılmıyor, annemize, arkadaşlarımıza doya doya sarılıp şapur şupur öpüyor, eve gelen tamirciye potansiyel mikrop saçıcı gibi davranmıyor, o gidince çılgın bir temizliğe girişmiyor, biri bize bir şey ikram etse tereddütsüz teşekkür ederek alıyor, komşudan gelen yemeğe zehirmiş gibi yaklaşmıyor, içimiz daralsa kendimizi sokaklara atıyor, uzun uzun yürüyor, derin derin nefes alıyor, zile biri bassa kolonyalı mendille silmiyor, kapıda duran yabancı elini uzatsa bizi öldürmeye çalışıyormuş gibi irkilmiyor, çalıştığımız masayı günde beş kez dezenfekte etmiyor, elimize biri dokunsa sıcak sobaya değmiş gibi çekmiyor, geceleri günlük aptalca düşüncelerle uykuya dalıyor, endişeden uykularımızı kaçırmıyor, sevdiklerimiz dikkat etsinler diye başlarının etini yemiyor, içlerini bunaltmıyor, bu böyle giderse aklımı oynatırım herhalde diye düşünmüyorduk. Tabi lüks yaşıyorduk. Daha ne ister ki insan. 

Şimdi anladık ki artık lüks yaşam yatlar, katlar, arabalar bilmem neler değil. Lüks yaşam rahatça nefes alabilmek, sevdiğin insanlara gönül rahatlığıyla sarılabilmek, endişesiz bir günlük hayat sürdürebilmek. Sizce de öyle değil mi?

Fotoğraf : Pexels 

09 Ocak 2021

cumartesi öğle sonrası gün ışığı, saat sesi...


"Cumartesi öğleden sonrasının gün ışığı bir başka, hiç bir anın ışığına benzemiyor" diye düşünüyorum uzanmış yatarken. Yatağın üzerinde kırmızı kareli battaniyeye vuran ışık işveli işveli oynaşıyor. Kucağımdaki kitabı kapatıyor bir süre izliyorum. "Saatin sesi bütün bu atmosfere nasıl da yakışıyor" diyorum. Birinin şapır şupur yemek yemesinden, sakız çiğnemesinden, çok yüksek sesle konuşmasından, koridorda yankılanan topuk sesinden nefret eden ben nasıl oluyor da saatin sesini seviyorum diye düşünüyorum. Ama bu sesi gerçekten seviyorum, bana huzur veriyor. Belki de onun o aynı ritmle akması her şeyin yolunda olduğu hissini veriyordur, bilemiyorum. Bir süre dinliyorum. Evet bu sesi gerçekten seviyorum.

Yıllar önce biriyle telefonda konuşurken, "nasıl gidiyor" dediğimde "rutin" demişti. Babamı kaybetmemizin üzerinden çok geçmemişti. Ona rutinin aslında her şeyin yolunda gittiği anlamına geldiğini söylemiştim. Demek ki kötü bir şey olmamıştı, akış aynen devam ediyordu. Hiç bu açıdan bakmadığını söyledi. "Sevdiğin biri öldü mü hiç?" dedim. "Hayır" dedi. "O zaman bu açıdan bakmaman normal" dedim. Babamın ölümünden günler önce ben de şikayet ediyordum "lanet olsun her şey aynı çok sıkıcı" diye. Sonra çok acı bir biçimde öğrendim ki rutin güzeldir, her şey yolunda demek olduğu için güzeldir. Ve ondan sonra ne zaman her şeyin aynı olduğunu düşünsem gülümseyip "çok şükür" dedim.

Şimdi kulağımda saatin sesi ve battaniyenin üzerinde dans eden gün ışığına bakarken de aynı şeyi düşünüyorum. Bugün her şey aynı ve bu yüzden de çok güzel. Biz, kötü haberlere, felaketlere alışkın toplumların çocukları için bu böyle belki de. Bilemiyorum. 

Kalkıp kendime bir çay doldurdum. Çorba kasesi gibi bir fincandaki çaya yulaflı bisküvi batırıp yedim. Ara sıra çocukluğa dönmek lazım dedim. Eski masumiyeti ve neşeyi hatırlatsın diye çocukken ne yapıyorsak yapmak lazım arada bir. Aklıma izlediğim bir belgesel geldi. Şifa ile ilgili aynı isimli bir belgeseldi bu. Orada bir kadın "çocukken bir yerimiz yaralandığından yarayı temizleyip unutturduk" diyordu "ve o kendi kendine iyileşirdi." Şimdi öyle miydik? Şimdi hapşırsak dehşete düşüyoruz. Oysa bedenlerimiz sandığımızdan daha da güçlü, her şeyden önce hayatta kalmaya programlı ve kendi kendini iyileştirme kapasitesine sahip. Unutuyoruz işte. İnsanız.

Sıkılmıyor musun diye soruyor bazıları. Hiç sıkılmıyorum ben. En son ne zaman sıkıldım onu bile anımsamıyorum. Benim mutlu rutinim onlara pek bir sıkıcı görünüyor sanırım. Ve bunu her nedense anlatamıyorum. Sıkıcı hayatıma güzellemeler dizdiğimi sanıyorlar. Gülümsüyorum ben de. Çünkü başka yapacak bir şey yok. 

Şimdi biraz daha o mutlu gün ışığına bakacağım. Depeche Mode'un Enjoy The Silence'ına karışan saatin sesini dinleyeceğim. Ve bu mutlu, huzurlu günün tadını çıkaracağım. 

Fotoğraf: Pexels

07 Ocak 2021

Derviş gibi


Bu çok bir zor bir süreç ve bence herkesi değiştirdi. Öyle ya her an hastalanabileceğini ve belki de ölebileceğini bilmek kimi değiştirmez ki? İnsanların çoğunun hayatı ve yaşamın amacını, anlamını sorguladığını sanıyorum. Eğer sorgulamamış olan varsa onu da alnından öpüyorum. Zira o ki hayatın akışının üzerinden kayıp gitmesine izin veren, her ne olursa olsun aslanlar gibi yoluna devam edendir. Ben o aslanlardan biri olamadım maalesef. Sorularının sonunda bir şey buldun mu bari paylaş hele de biz de bilelim diyen olursa karman çorman bir araba laf ederim ki sonunda ne o bir şey anlar ne de ben. En iyisi herkesi kendi soruları kendi anlamları ve kendi var oluş hikayesi ile bırakmak. 

Bir süre çilehanede çile dolduran dervişler gibi yaşadım. O sıkıntı sandığım günlerin şimdi bir armağan olduğunu düşünüyorum. Eskiden ne bulursa anlatan ben şimdi pek az konuşan, sustuğunda ve dinlediğinde daha huzurlu hisseden biri haline geldim. Öyle çok sustum ki boğazımda biriken kelimeler bir yumru haline gelip beni boğacak sandım. Bunu anladığımda bir defter ve bir kalem aldım ne bulursam yazdım. Anlamsız anlamlı içimdeki her şeyi kustum yaprakların üzerine. Alev alev yanan bir günde başımın üzerine biri bir şemsiye tutmuş gibi ferahladım. Sonra yine sustum. İyi geldi. Şimdi de çok gerekmedikçe konuşasım yok. Daha çok dinleyesim var sanki. Sessiz sandığımız pek çok şeyin bile kendine özgü bir sesi var sanki. Ben susarsam, aklımı da susturursam sanki hepsi dile gelecek. Bugüne dek anlamadıklarım aşikar olacak ve dünya kendini olduğu gibi gösterecek bana, benim görmek istediğim gibi değil. 

Çilehanemden çıkıp insanlar arasına dönünce her şey başka göründü gözüme. Saçma olan ne varsa sanki birbirine eklenip bir sistem oluşturmuş gibi geldi. İki kişinin yaşadığı sorunu dinledim ve aklım almadı neyi tartıştıklarını. İş yaptım ve bu işin neye hizmet ettiğini de anlamadım. Alışveriş çılgınlarının bu kadar eşyayı evlerinde nereye sığdırdıklarını merak ettim. Ve daha bir dolu şey. "İnsanlardan uzak daha iyiydim" dedim ama sonra "yiğitsen insanlar içinde aynı huzuru yakala da görelim seni aslan parçası "dedim kendime. Tahammülsüzdüm ve hala öyleyim. İçi dolu olmayan gürültülü sohbetlerden içim şişiyordu hala şişiyor. Kibirli miyim diyorum bazen kendime ya kibirli değilim yorgunum sadece. 

Şimdi başka bir çilehanedeyim diyorum. Arı kovanı gibi vızıldayan insan sesleriyle çevrelenmiş bir çilehanede. Kimsenin birbirini dinlemediği, bu yüzden de anlamadığı, anlamak için çaba göstermediği, hep haklı olmaktan başka bir derdi olmayan bir çilehanede... Nasıl baş edeceğimi bilmiyorum ama bunu da öğrenirim elbet diyorum. Bazen kulak tıkamayı, insanları oldukları gibi kabul etmeyi, bu kabul edişten dolayı da kimseye şaşırmamayı öğrenirim diye umuyorum. Sesler varken üzerimden kayıp giderler elbet diyorum, gürültüyü bir süre sonra duymam herhalde diyorum... O yüzlerinde huzur olan adamlara, kadınlara nasıl imreniyorum. Hep aynı "olur bunlar" gülümsemesinden söz ediyorum. Bu bir yetenek mi acaba yoksa öğrenilebilen bir şey mi? Ben bunu öğrenmek için uğraşıyorum...

Fotoğraf: Pexels

Ne demeli...

İnstagram'da tatlı tatlı gülümseyen, yüzünde güneşler parlayan gencecik bir kız gördüğümüzde o mutlu genç kızın bir gün biri tarafından ...