29 Haziran 2011

koza

Hayalkırıklığı aslında çok işe yarar birşeydir. İnsana ne kadar salak olduğunu ve diğer insanların pek çoğunun da senden daha salak olduğunu anımsatır. Ve sana şöyle der: "Hala insanlara güvenmeye devam ediyor ve hala onların masumiyetine inanıyorsun demek!" Aslına bakarsanız masumiyet diye birşey yoktur. Herkes biraz düzenbaz herkes biraz hesapçı herkes biraz bencil ve herkes biraz çamurludur. Ama pek çoğumuz kendi masumiyetimize şaşarak yaklaştığımız insanlardan aynı masumiyeti taşımalarını bekler ve bunun böyle olmadığını gördüğümüzde de aptal gibi kalırız. İşte hayalkırıklığı tam bu noktada devreye girer ve ipekböceği gibi etrafına koza örmeye başlar. Sonra zaman geçer sen o kozanın içinde bir başına kalırsın kalırsın kalırsın, oldum sanıp kanat bile takarsın. Ama senin o olmuş halinin ömrü bir gündür. Sonra eski haline dönüverirsin. Çünkü insanoğlunun aptallığı bakidir.

Ben şimdi o kozanın içinde duruyorum. Ve yeminle hiç ama hiç çıkasım yok. Ne kanat istiyorum ne de dış dünya üzerinde gezinip durmak. İnsanlara küslüğüm olmamasına rağmen insanları sevesim de yok. Ben tüm aptallardan ayrı bir aptal olarak burada bu daracık yerde az nefesle durup duruyorum. Hayır efendim depresyonda değilim. Sözünü ettiğim depresyon değil. Sözünü ettiğim herşeyin saçmalığı ve dönüp dönüp aynı noktaya varmanın adına yaşamak denmesi. Evet bazılarına göre hayat güzeldir. Zaman zaman bana da oluyor. Mavi gök yeşil yaprak uçsuz bucaksız denize baka baka sarhoş oluyorum. Amma ve lakin bazı zamanda "ulan ne acaip dünya nasıl bu kadar saçma olabilir." diye düşünmeden de kendimi alamıyorum.

Evet biliyorum geçici. Kim kendi kozasının içinde tırnaklarını yiye yiye bir ömür tüketmiş ki ben öyle yapayım. Sıkılcağım ben de elbette. Tıpkı diğer tüm arsız insanlar gibi ben de bir zaman çıkıp "sabah penceremi açtım içeriye mavi bir gün doldu." diye sevinçli kelimelerle karşısınıza çıkacağım büyük ihtimalle. Böyle kayıtsız duramayacağım bir ömür yani. Ama şimdilik böyle. Kozanın içinde yuvarlanıp tırnak yiye yiye geçsin günler bir zaman. Sonrasına bakarız.

Fotoğraf: Life

24 Haziran 2011

Kendime öğütler...

1. Hayatın alt üst olmuş gibi geliyor ama sen bilmiyorsun ki belki de böylesi daha iyi.

2. Bu kadar çabuk umutsuzluğa kapılmak aptalca değil mi sence de?

3. Olaylar senin istediğin gibi gitmiyorsa eğer, sen resmin bütününü göremiyorsun demektir. Unutma.

4. Belki de biten şeyler sadece senin içinde bitmiştir. Belki de kafanın içinde uydurduğun senaryoların kurbanısındır. Olamaz mı? Belki de gerçeğe değil de kendi senaryona baktığın için bitti sanıyorsundur.

5. Bu kadar sabırsız olman olacak olan şeyleri hızlandırmaz. Sadece seni yorar. Bunu da unutma.

6. O kadar yorgunsun ve umutsuzsun ki hayatı ancak kötü şeylerden ibaret sanmak gibi bir yanılgının içine düştün uzun zamandır. Farkında mısın?

7. Tez zamanda kafanı boşaltmanın bir yolunu bulmak zorundasın. İstersen, işe eski defterleri yakmakla başlayabilirsin.

8. Olaylara tarafsız bir gözle bakmayı öğrenebilirsen o çok merak ettiğin gerçeğe kavuşabilirsin.

9. Çok önemli bir tavsiye sana; bir olay daha olmadan önce onun üzerine olumlu ya da olumsuz düşünmeyi kes. Olumlu düşünür olumsuz sonuçlanırsa hayalkırıklığına uğrarsın yok olumsuz düşünürsün olumlu olursa onca zaman düşündüğünle kalırsın.

10.İlk dokuz maddeyi bilmiş bilmiş yazdın. Bunları sadece kağıt üzerinde bırakma ve hayatına geçir. Yoksa hayatın hep aynı salaklık içinde geçer. Haberin olsun.

Fotoğraf: Life

20 Haziran 2011

Bir pazartesi sabahı vazgeçiyorum sizden...

Bir pazartesi sabahında uzun bir süredir hayatının odağına yerleştirdiğin birşeyden ya da birinden, birdenbire ani bir kararla ve nasıl olduğunu kendin bile anlayamadan vazgeçebilirsin. Bu kararın sana acı vermediğini tam aksine tuhaf bir rahatlama yarattığını farkederek oturduğun koltukta artık işleri zamanın akışına bırakmanın en akıllıca yol olduğuna karar verirsin. Hayat seni takmadan bildiği yolda ilerlemektedir çünkü.

İşin garibi bu kararı almak için senin farkında olduğun bir süreçten geçmemişsindir. Daha düne kadar kesinlikle aklında yoktur bu karar. Ama beş ya da on dakika önce olan birşey ya da tek bir cümle artık dolmuş olan bardağı taşırmış ve sen o bardaktan taşan suyla uyanmışsındır. Şimdi yapılacak olan en iyi şey; hayatının tam ortasında duran ve az önce vazgeçip onu yerinden söküp çıkardığın için hayatının tam ortasında bir krater gibi boşluk açmış olan o şey ya o kişi üzerine düşünmeyi bırakmak ve yeni bir yön çizmektir kendine.

Mesela "zaten"le başlayan cümleler kurmaktan vazgeçmelisindir. Ya da "ah keşke şöyle olsaydı" gibi saçma sapan hayaller kurmaktan... Vazgeçmenin sanıldığı kadar zor olmadığını, hatta bazen hayatına yeni bir perde açtığını, acıdan geçmeden adam olunmayacağını, hem belki tek birşeye odaklanmış olan gözlerinin o şeye bakmaktan kör olduğunu ve vazgeçmenin aslında gözlerine yeniden kavuşmak demek olduğunu anlayabilirsin belki de şu süreçte. Tek birşeye odaklanmış, adanmış bir hayatın eli kolu bağlanmış bir adamdan farkı olmadığını, boşluğun aslında özgürlük demek olduğunu da öyle... Hatta en önemlisi hayatın seni hiç mi hiç takmadan yaptığı planlara güvenmeyi de öğrenebilirsin belki. Hiçbirşeyi öğrenmesen bile en azından şu sonuncusu öğren... Çünkü güven bana bunu öğrenmediğin sürece hayatın akıp giden suyunda gereksiz yere çırpındığı için boğulan biri olacaksın.

Fotoğraf: Life

14 Haziran 2011

güzeliz böyle güzel...

Bir tepeden dünyaya bakıyor gibi hissettiğiniz zamanlar olmuştur sizin de. Bu dünyadan değilmiş gibi, herşey tuhaf ve yabancıymış gibi, söylenen sözcükler anlamsızmış gibi hissettiğiniz zamanlar... Bence böyle zamanlarda bizi dünyanın içinde tutan zar yırtılıyor. Ve o zarın dışında kaldığımızda artık bir bütünün parçası olmadığımızı hissediyor, ne yapacağımızı bilemeden bizim gibiler için orada duran tepenin üzerine çıkıp şaşkın şaşkın etrafa bakıyoruz. Bugüne değin tüm yaptıklarımız bir sarhoşluk içinde yapılmış gibi geliyor. Daha da kötüsü kendimizi ömrümüz boyunca bir yalana inandırarak yaşamışız sayıyoruz. Gönüllü bir kanma bizimkisi... İnsan çaresiz olunca gönüllü kanmaz da ne yapar?

Dünyanın en zor işi belki de hayatlarımıza bir anlam kazandırmak. Ne için var olduğumuz, bu ömrü neye adayacağımız üzerine kafa patlatarak geçirdiğimiz onca yıldan sonra, eğer iştahımız kalmışsa belirlenene adanarak yaşamak... bütün bunlar çok zor. Belki de bu nedenle bunca insan işin içinden çıkamadığı için sarhoş olmayı, kafasını bulandıracak onca hapı, aşktan kör olmayı seçiyordur. Bana kalırsa ben üçüncü yolu tercih ederim. Kör bir aşık gibi yaşamanın hayatı katlanılabilir kılan tek şey olduğuna son zamanlarda daha da çok inandım çünkü. 

Aslında hepimiz çok cesur ve güçlü insanlarız bence. Dünya bu kadar üzerimize gelirken ısrar ve inatla yaşamaya devam ediyorsak, hala güzel şeylerin olduğu umudunu taşıyorsak, bir fincan kahve ve yağmur görüntüsüne dalıp yarım saatimizi hoş geçirebiliyorsak, bir kitabın yaprakları arasında dünyayı unutma becerisine sahipsek, tüm bu olup bitenlere rağmen hala birşeylerin değişebileceğine ve hatta bizim bu değişimde küçük de olsa bir payımız olacağına inanıyorsak çok ama çok güçlü olmalıyız. Bir kabusun içindeyiz hepimiz oysa. Kendimizi çimdikleyip duruyoruz "geçecek geçecek, uyan" diye diye. Böyle onurlu bir inadımız var. Herşeye ve herkese rağmen umutla yaşayacak kadar cesur bir yüreğimiz var. Güzeliz böyle güzel. Hüznümüzle, zaman zaman gelip içimize yerleşen bıkkınlığımızla, acımızın içinde tomurcuklanan gülümsemelerimizle, inadımız ve onurumuzla güzeliz...

Fotoğraf: Life

06 Haziran 2011

Olur mu? Olabilir...

Neden hep böyle oluyor? Sana söylemek istediklerimle sana söylediklerim arasında benim bile ucunu bucağını bilemediğim koca bir uçurum açılıyor. Neden? Ve senin söylediklerin neden bana bu kadar anlaşılamaz geliyor?

Bence ikimiz de birer korkağız. Karşıdakinden emin olmadan ağzımızı açıp kalplerimizdekini gösteremeyecek kadar korkak. İşte o yüzden bunca gereksiz laf, gereksiz ima, gereksiz alınganlık ve binlerce soru işareti.

Bazen ne düşünüyorum biliyor musun? Aslında belki de bilmemekten, kafamızdaki soruya cevap aramaktan, bir gün umutlanıp diğer gün umutsuzluğun dibine vurmaktan zevk alıyoruz. Şu halde birer korkak sayılabilir miyiz?

Mesela diyorum ki sen benden cesur olsan. Bir sabah "bu kez söyleyeceğim" diye uyansan yataktan. Hatta kendi sözüne güvenmesen de okkalı bir yemin etsen. Yine aynı sabah ben sana gülümsesem. İşte o zaman inansan sandığından daha cesur olduğuna.

Ya da belki ben uyansam bir sabah "bu iş fazla uzadı artık" diyerekten. Söylemeye karar versem. "Sonu ne olursa olsun belamı bulacağımı bilsem bile..." desem mesela. Bu kez sen bana gülümsesen. Ve bu kez ben inansam sandığımdan daha cesur olduğuma.

Olur mu? Olabilir...

Fotoğraf: Life

04 Haziran 2011

Kara koyun

İnsan akrabalarını seçemiyor. Eğer bir seçme şansımız olsaydı, kimse kızmasın ve bana ailenin önemini savunmaya kalkmasın, hiç tanımamayı tercih edeceğim pek çok akrabam olurdu ki bunu söylemekten zırnık utanç duymuyorum. "İnsanları olduğu gibi kabul et", "eh onlar da öyle ne yapalım?", "herkes aynı olsaydı dünya çok sıkıcı olurdu" gibi pek çok teskin cümlesi söyleyebilirsiniz az önce annemin yaptığı gibi. Ben de "ben insanların hepsi aynı olsun demiyorum sadece kafataslarının içindeki beyinleri çok ama çok az da kullanmalarını, bir insan olarak bana, sana ve diğerlerine saygı duymalarını bekliyorum." gibi bir yanıt verirdim ki çok fazla birşey talep etmediğim konusunda inatçıyım.

Mesela hiç ama hiç tasvip etmediğim bir partiye oy vermemi isteyen akrabalarım olmasın istiyorum. O partiye oy vermemi kendisine olan saygı ve sevgimin bir işareti saymayacak denli aklı başında olan akrabalarım olsun... Bunca zaman okuduklarımdan, gördüklerimden benim de kendime göre bir hayat algılama biçimim olduğunu anlayabilecek ve bu teklifi sunmanın mantıksızlığının bilincine varıp böyle bir teklifi aklına bile getirmeyecek kişilerden söz ediyorum. Beni bu güzel cumartesi sabahında öfkeden deliye döndürmesinler istiyorum. Abuk sabuk fikirlerini dinlemem için saatlerimi çalmasınlar istiyorum. Nasıl "sizin dininiz size benim ki bana" diyorlarsa "sizin fikriniz size benim ki de bana" desinler istiyorum. Ama olmuyor olamıyor. Herhalde sırf cinsiyetim nedeniyle siyasete, felsefeye ona buna aklım ermez er kısmı ne derse ona "eyvallah" derim sanıyorlar. Artık kadın erkek herkesin herşeyi takip ettiğini, pek çok şeyi bildiğimizi, gözümüzün kulağımızın açık olduğunu, yalana karşı otomatik bir algılayıcı geliştirdiğimizi, kimseye güvenmediğimizi bilmiyor ya da bilmemek için ısrarla ve inatla körleşiyorlar. Eksik etek olmaktan bir adım gidemiyoruz onların gözünde. Dahası eksik akıl olduğumuza ve o eksik aklın bir yuları olduğuna o yuları istediği yana çekecek tek akıllıların da kendileri olduğuna dangalakça inanıyorlar.

Akrabalarımızı seçme şansımızın olmaması çok kötü. Sırf bu yüzden sürünün kara koyunu olmak, kara koyunların her ailede olduğunu bilmek ve o kara koyunların birbirleriyle değil de ne yazık ki diğer koyunlarla aynı ailenin parçaları olduğunu bilmek de öyle. İyi yanından bakan için kara koyun diğer koyunları uyandırabilir. Ama diğer koyunlar uyuyorlarsa tabi. Ama ya bilinçli bir biçimde teslim olmuşlarsa. Kimisi korkuyor kimisi de çıkarı peşinde koşuyorsa... İşte o zaman kara koyunlara öfkeden delirmekten başka bir yol kalıyor mu?

Fotoğraf: The Sydney Herald Morning

01 Haziran 2011

bazen insanın kendine sağlam bir tokat aşketmesi şart...

İnsanın hayatının yıllar boyunca kazalardan belalardan uzak geçmiş olması bir şans olmayabilir. Eğer otuzlu yaşları geçtiğiniz halde hayatta çok büyük belalarla karşılaşmamış ya da bu belalardan siz farkında bile olmadan sıyrılmışsanız, otuzlardan sonra başınıza gelecek bir felaket sizi diğerlerinden çok daha kötü sarsabilir. Çoktaaaan inanmış olduğunuz o iyimser bakış açısını "bu benim nasıl başıma gelebildi" cümlesi ile kaybedebilirsiniz mesela. Ölüm lafını gün içinde onlarca kez kullanıyor olsanız bile çok yakınınız olan biri öldüğünde ölümü ilk kez duymuş gibi şaşkına dönebilirsiniz ya da. Aşkla bağlı olduğunuz birinin size bunca zaman yalan söylediğini öğrendiğinizde uyanmak için kendinizi çimdikleyebilirsiniz. Ama en kötüsü hayatın ilk şanslı yarısının sonuna geldiğinize ufaktan inanmaya başlamaktır ki bu fikri kafanızdan ne kadar uzaklaştırmaya çalışsanız da fayda etmez.

Kendimi bütün bunları düşünürken yakaladım az önce. Eğer kendimin karşısına geçebilseydim yeminle sağlam bir şamar aşkederdim kendi suratıma ki kendime geleyim. Hayatın insana hem iyi hem kötü şeyler verdiğini, aslolanın hayatın içinde sağlam biçimde durmak olduğunu, herşeyin mümkün olduğu ve herkesin başına herşeyin gelebileceği fikrini kafandan çıkarmazdan pek çok şeyin daha kolay olacağını söyleyen okkalı bir şamardan söz ediyorum. Kaşlarınızı kaldırmayın hemen kimsenin kimseye tokat atmasını tasvip ettiğim yok ama inanın bana bazen insanın kendine sağlam bir tokat aşketmesi şart.

Fotoğraf: Life

Ne demeli...

İnstagram'da tatlı tatlı gülümseyen, yüzünde güneşler parlayan gencecik bir kız gördüğümüzde o mutlu genç kızın bir gün biri tarafından ...