Nerden çıktığını bilemediğim bir çocuk karşımda duruyor. Yüzünde muzip bir gülümseme. Belli kendine oyun arıyor. Ve gözüne beni kestirmiş. Nedense?
"Ne?" diyorum çocuğa. "Manyak tomiiiiz" diye aynı tonda tekrarlıyor. Manyak bölümünü anladım da bu tomiz ne anlama geliyor merak ediyorum. Mayıs güneşi, Marquez satırları, toprak ve portakal çiçeklerinden oluşmuş sessiz huzurlu cumartesi günümün dört yaşında bir veletin incecik sesiyle başka bir şeye dönüşmesine fena bozuluyorum.
Çocuk Oğuz Aral'ın Avni'sinin kanlı canlı hali gibi. Aynı kepçe kulaklar, aynı fırlak dişler ve aynı muzip yüz ifadesi. Başımı yeniden kitaba çeviriyorum. Sessiz huzurlu bir güne ihtiyacım var. Onunla ilgilenmediğimi görünce o incecik ses yeniden kulaklarımı tırmalıyor. "Manyak tomiiiiiiiiiiiz" Bu kez daha da yükseltiyor sesini. "Evine git" diyorum başımı kaldırmadan. Sesinin yetmediğini gören ufaklık sokakta bulduğu bir odun parçasını fırlatıyor kafama.
"Çocuğum git arkadaşlarınla oyna" diyorum hiç sinirlenmeden. Cevap elbette "Manyak tomiz" oluyor. Tövbe yarabbim tövbeee. Yüzünde benimle oynamakta ısrarlı olduğunu gösteren bir gülümseme var. İyi ama bu çocukla nasıl bir oyun oynayabilirim. Bunu gerçekten bilemiyorum.
Ona bakıyorum, o da bana. "Oyun mu istiyorsun?" diyorum. Ses yok. Yerimden kalkıyorum. Çocuk deliler gibi kaçmaya başlıyor. Anlaşıldı istediği oyun, O kaçacak ben kovalayacağım. Küçük bacaklar kendisinden umulmadık bir hızda koşuyor. Ben de ağır ağır peşinden. Arada bir arkasına dönüp bağırıyor: "Manyak tomiz, manyak tomiz" Farketti özellikle yavaş koştuğumu beni kışkırtmaya çalışıyor.
Ona istediğini vereyim diyorum ve hızlanıyorum. Pantolonunun arkasından yakalıyorum. Deliler gibi çırpınıyor. Kıkırdayıp duruyor. Şimdi ben bu çocuğu bacaklarından tutup ters çevirsem eminim ayaklarımla "manyak tomiz" diye alay edecek. Ne yapmalı bu çocuğu şimdi? Elimde çırpınıp duruyor. Sıska kollarından tutup kendime çeviriyorum yüzünü. Bu çocukta insanı kahkahalarla güldürecek birşeyler var. Avni'ye benzediği için mi?
Elimden kaçıp kurtuluyor. Yan taraftaki eve doğru koşuyor. Annesi orada olmalı. Ben huzurlu mayıs günüme geri dönüyorum. Marquez'in satırlarının tadına, toprağın kokusuna, güneşin ılıklığına... Satırlar akıp gidiyor. Hem günün bu kadar nefes nefes farkında olup hem de satırların arasında kaybolmuş olmak çok tuhaf bir duygu. Durup düşününce farkına varıyorum.
Üzerimde bir çift göz hissediyorum. "Allahım yine mi?" Avni oyuna doyamamış olacak ki yeniden karşımda beliriyor. Bu sefer ki ses tonu daha değişik. Ağır ve işveli bir edayla "Maaaaanyaaaaak tooooomiiiiiz, maaaaaanyaaaak tomiiiiiiiz"
"Kovalamaca mı oynamak istiyorsun?" diyorum. Başını sallıyor. "Ya ben oynamak istemiyorsam?" diyorum. Yüzündeki gülümseme kayboluyor. "Buraya gel" diyorum. Duruyor. Kararsız. Israr ediyorum: "Gel buraya, sana masal anlatacağım." Çekingen adımlarla bahçe kapısından giriyor. Yanıma geliyor. Gülümsüyorum. O sıska bedenini kaldırıp kucağıma oturtuyorum. Elimdeki kitabın kapağına bakıyor. "Hayır" diyorum "kitaptan okumayacağım. Bunları sen büyüyünce okursun."
Ona anneannemin anlattığı bir masalı anlatmaya başlıyorum. Kuzular ve kurtlarla ilgili bir masal bu. O da kuzu kuzu dinliyor. Bir yandan parmağımdaki yüzüğün taşını incelerken kulağı bende, biliyorum. Masalın ortasında bir yerde başını omzuma dayıyor. İçimde çok tuhaf bir yakınlık duyuyorum bu kirli suratlı çocuğa. İnsan bazen kendi kendini nasıl da şaşırtıyor. Masalı bitiriyorum. Yüzündeki o muzip ifade sanki sis gibi dağılıp gitmiş, yerini uysal huzurlu bir ifadeye bırakmış.
Birazdan bir kadın sesi geliyor uzaktan. "Kenaaaaaan Kenaaaaaan" Çocuk kucağımdan fırladığı gibi bahçe kapısından çıkıyor. Annesine doğru koşuyor. Kadın gülümseyerek bakıyor bana. "Sizin yanınızda mıydı?" diyor. Başımı sallıyorum. "Yerinde duracağı yok ki alıp başını kaçıyor sürekli." Çocuk eski muzip ifadesini yeniden yerleştiriyor yüzüne, annesi elinden tutuyor. Geldikleri yöne doğru gidiyorlar.
Tam sandalyeme oturacakken yeninden o sesi duyuyorum: "Manyaaaaak tomiiiiiiiz" Bu sefer kahkahalarıma engel olamıyorum. Yeniden bahçe duvarının yanına gidiyorum. Annesi yüzünde utangaç bir ifade ile bakıyor: Ne olur kusura bakmayın" diyor. "Önemli değil çocuk o." diyorum. Sonra sormadan edemiyorum. "Manyak dediğini anladım da bu tomiz ne demek?" Kadın gülüyor. "Domuz demek" diyor "İnanın nereden öğrendi bilmiyorum. Herhalde televizyonda duydu." Gülüyorum. Kadın ekliyor: "Ama sadece sevdiklerine söyler."
Bu sabah, yağmur sonrası toprağın ve portakal çiçeklerinin kokusu ile bir masal sokağına dönüşmüş sokağa bakıyorum pencereden. Bahçenin kimsesiz hali geçmiş baharlardan belli belirsiz izler taşıyor. O boş bahçede önce usul usul sonra sanki o an yaşanıyormuş gibi kanlı canlı beliriyor "manyak tomiz" diyen bu ufaklığın muzip suratı. Aklın en güzel armağanı bu... Geçmişte kahramanı olduğun bir filmi sonradan seyirci olarak izlemek... Ve kısacık bir zaman hayatına girmiş bir çocuğu böyle içinde sevgi duya duya anımsamak... Aklın en güzel armağanı...
...diye yazmışım bir zamanlar bir yerlere. Dün gördüm bizim haylaz ufaklığı. Delikanlı olmuş. İstanbul'da yaşıyormuş artık. Okulu bitirdiğinde doktor olacakmış. Azıcık konuştuk sonra o yoluna devam etti. Arkasından uzun uzun baktım. Sanki dönüp "manyak tomiiiz" diyecekmiş gibi geldi. Desin istedim belki de... Deseydi "zaman ne çabuk geçiverdi böyle" cümlesini unutup gidecektim. Demedi. O cümle solmuş bir gül gibi kaldı yakamda. Bakacağım ve zamanın hızını her daim hatırlayacağım solmuş bir gül gibi...
Fotoğraf: Life
çocuklar apayrı bi dünya yahu...
YanıtlaSilben aman uzaktan seveyim derdim ama bu sene çoğunlukla bizimle kaldı yeğenim, yapmadığımız haşarılık kalmadı açıkçası, capcanlı renkler katıyor çocuklar insanın hayatına :)
ve evet zaman yazık ki çabucak geçiyor, daha dün çocuktuk ne de olsa...
Zamanın geçişi, çocukların olduğu gibiliği üzerine mükemmel bir anlatı, ellerine sağlıki yüreğine sağlık. Nereye bağlanacağını merak ederek hızla okudum. Çok güzel bağlamışsın.
YanıtlaSilZamanın nasıl geçtiğini en çok çocuckların üzerinde anlayabiliyrouz. Ayrıca çocuklarla zaman geçirmek harika bir duygu. Oğlumla vakit geçirmek için, onun her anını görmek için akademik kariyerime ara verdim, başka bri mesleğe geçiş yaptım. Hiç de pişma değilim.
YanıtlaSilKedicim, cok sevdim ben bu güzel cocugu, yaramaz ama bir o kadarda sevimli:)) Zaman ne cabuk geciyor degil mi, cocuklardan anliyoruz zamanin ne cabuk gectigini:))
YanıtlaSilMarguez den okudugun kitap hangisiydi acaba (merakli melahat is basinda:)) Ben Tuareg kitabini cok begenmistim, hatta 2 saatte bitirdigimi hatirliyorum:))
Sevgilerimle
bu haylazı senin gözünle görmek çok hoş oldu. sanırım ben olsam kötü kötü yüz ifadeleri yapar, daha da kaçıramazsam, azarlar ve dövmekle tehdit ederdim. sen oldukça sabırlı davranmışsın. ilerde kitabında mutlaka bu yazında olsun tamam mı?
YanıtlaSilBu yazını hatırlıyorum kediciğim ve katılıyrum sana; gerçekten ne çabuk geçiyor zaman, yaş alıyoruz farkında olmadan.
YanıtlaSilzaten tomiz gribini o zamandan sezen bir çocuk, olsa olsa tohtur olurdu.:)
YanıtlaSilçok keyifli bir yazıydı. ellerine sağlık Kedi :)
YanıtlaSilNe güzel bir iletişim ve ne güzel satırlara kaydedilip paylaşılan bir öykü; Manyak tomiz.Yüreğine sağlık.Abinin yorumuna da çok güldüm.Sevgiler.
YanıtlaSilBu yazıyı ilk okuduğumda çocuk ve senin halleriniz gözümde canlanıp gülümsemiştim; yine öyle oldu. Zaman geçip onlar büyürken bu sevimli anıların artık sadece geçmişte kalacak olmasının burukluğunu hissetmemek mümkün mü?
YanıtlaSilBenim yeğenlerimden Barış , bana küçükken "Bişi" diye seslenirdi. Şimdi kazık kadar adam oldu. Bazen muzipliğinden gene "Bişi" dediğinde, içim bir tuhaf oluyor. Bu sıcacık anlatımınla sayende gene gerilere gittim geldim Fullam. Sen sağ ol e mi:)
Çok sevimli bir yazı olmuş. Çok beğendim :)
YanıtlaSilsanki ben olsam o ''manyak tomiiiz'' dedikten sonra onu bacaklarından yakalar tavana asardım..:)
YanıtlaSilya da sensin o derdim, yakalar ümüğünü sıkardım gibi..:)
çok sabırlısın çoookk..
PUSARIK: Çocuklar insanın tüm negatif enerjisini alıp pozitife dönüştürüp sana geri veriyorlar. O nedenle ne zaman fırsat bulsam onlarla oynarım. Sonunda kendimi hep hafiflemiş hissederim.
YanıtlaSilVLADİMİR:Çok teşekkür ederim :)
KİTAP KURDU: Çocuklar harika yaratıklar ama bazen geliyor ki bir kaç sene önce küçücük olan bir çocuğu yeniden gördüğünde gerçeği yaşlanıyor olduğumuzu yüzümüze vururcasına karşımıza çıkıveriyorlar :)
BELGİN: Yaramaz ki ne yaramazdı :) Ama ben yaramaz olan çocukların zeki çocuklar olduğuna inanırım. Bu yüzden de diğerlerinden birazcık daha fazla severim onları.
Okuduğum kitap Yüzyıllık Yalnızlık'tı :)
GUGUK KUŞU: İnan bana onu görsen asla kızamazdın. Şeytan tüyü vardı onda :)
ÖZLEM: Ah ah o çocukları sonra görmemek lazım yaşlanıyor olduğumuzu unutup yaşama devaö etmek için galiba :)
ABİ: Harika bir bağlantı vallahi de doğru. Tomiz gribini o zamandan sezen çocuk doktordan başka ne olabilir ki?
CİNAR: Çok teşekkür ederim :)
SUFİ: Çok teşekkür ederim. Abi'nin yorumuna bayıldım ben de :)
YEŞİM: Sen de sağol Yeşo'm. Yoksa ben de mi sana Bişi desem artık :)
BADLİK AMİRİ: Çok teşekkür ederim :)
GEREKSİZ YAZAR: Onu görseydin o kadar komik bir çocuktu ki tıpkı Avni'ye benziyordu. Avni'nin kanlı canlı halini düşün ona nasıl kızabilir ki insan? En fazla gülersin :)
Selamünaleyküm Aydan Atlayan Kedi,
YanıtlaSilBu yazıyı beğendim. Gerçek bir olay olmasını daha çok beğendim tabii. Eline, Kenan'a sağlık...
Aleykümselam Fasarya :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
Selam
YanıtlaSilBilhassa son iki cumle beni oldukca etkiledi..."yakanda kalan solmus bir gul.."
kim istemez ki cocuk kalmayi..?
ben, hep cocuk kalma/kalmama arasinda gidip gelenlerdendim...bir zamanlar.
"el neder"? sorusunu tekmeledigimden bu yana oldukca rahatladim...icimdeki cocugun sesi simdi daha ozgur, umursamaz, dimdik..."Manyak tomiiiiizzz"
Çocukluğun en güzel yanını yakalamış olana selam olsun. O "el ne der?" sorusu değil mi hayatlarımızı cehenneme çeviren.
YanıtlaSil