Dışarda gürül gürül akıyor hayat. Akıyor mu sahi? Yoksa tüm bu sesler akamayan hayatı akıyor sananların sesleri mi? Hem akıyorsa bile nereye akıyor?
Yan evin mutfağından tabak çatal sesleri geliyor. Birileri akşam yemeği hazırlıyor olmalı. İnsanoğlu ne tuhaf! Çalışıyor kazanıyor, kazandıklarını domatese, salatalığa, zeytine peynire, ekmeğe, suya (suyun satın alınıyor olmasına hala alışamadım ben) pırasaya, ıspanağa, maydonoza, pirince, ete, kıymaya, meyve suyu ve gazoza, bulgura, yeşil ve kırmızı mercimeğe, yufkaya, yumurtaya, süte, yoğurda harcıyor. Sabah kahvaltı öğlen ve akşam yemeği. Çılgınlar gibi çalışmamız hep yemek derdi. Varoluşumuzun yegane sebebi buymuş gibi... Ne kadar tuhaf, ne kadar komik ve ne kadar acınası mahluklarız bizler.
Evin diğer tarafındaki bahçede oturuyorlar. Bir yaşlı kadın, orta yaşlı bir başkası ve bir de bebek. Bebek sürekli ağlıyor. Etrafında pervane oluyorlar. Birşeyler yedirmeye çalışıyorlar. Susmuyor. Biri bebeğin altını değiştiriyor. Susuyor bu kez. Kendi kendine oynamaya başlıyor. İyi ki o zamanlarımızı anımsamıyoruz. Nasıl da muhtacız diğer insanlara bebekken. Bu bebek böyle kıymetli. Etrafında pervane oluyor tüm ailesi. Çöpe atılmış o bebek geliyor aklıma. Gerçekten iyi ki anımsamıyoruz o zamanları. O çocuk büyüdüğünde ve biri ona söylediğinde çöpe atılmışken hayatının tesadüfen kurtarıldığını ne hissedecek? İçinde "istenmeyen" duygusu ile dolaşmayacak mı sokaklarda? Nasıl söküp atar insan bunu? Masumken dünyaya gelmiş olmayı sen seçmemişken kendi etinden, canından, kanından birinin sana reva gördüğünü silip atabilir misin kolayca? Hangi insan evladıdır ki yapılanı unutacak kadar büyük bir kalp taşır?
Sahi gürül gürül akıyor mu hayat? Yoksa sadece şu dört duvar arasında mı böylesi suskun, böylesi katılaşmış? İnsan kendi ellerinin ve ayaklarının donup kaldığı bir zamanda ne kadar ve nasıl hayatı sevdiği palavrasıyla kandırabilir kendini? Gözlerini dünyanın iltihap fışkıran kabuğundan ayırdığında mı? Her biri birer canavara dönüşmüş insanoğluna ısrarla ve inatla insan demeyi sürdürdüğünde mi? Ne zaman ve nasıl? Belki de tüm bu palavralardan arınıp geçreği gördüğünde, kabul ettiğinde, bir kaç iyi insana dört kolla sarıldığında, tüm bu iyi niyetler birlik olduğunda, umudun kuyruğunu yakalayıp gökten yere indirdiğinde, tek başına bir hiç olduğunu ama diğerleriyle kocaman birşey olduğunu bildiğinde, diğerlerini arayıp bulduğunda ve yalanın katı kabuğunu hep birlikte tırnaklarınızla kazıdığınızda... Belki o zaman sahiden gürül gürül akar hayat. Ferah ve serin sularıyla yıkar hepimizi. Belki...
Fotoğraf: Life
Kendimiz için istediğimiz güzel şeyleri, tüm insanlar için istediğimizde bence gürül gürül akmaya başlayacak hayat. Bence insanlar birbirine o zaman gerçekten sarılacaklar. Şimdi düşününce, bunun olması ne zor göründü gözüme.
YanıtlaSilHayatlarımızın kutsal bir amacı olmalı. Sadece kendimizi ve sevdiklerimizi düşünen bir hayat ne kadar kutsal olabilir ki? Şimdilerde bu tip düşüncelere gülüp geçiyor pek çoğu. Öyle ya "her koyunun kendi bacağından asıldığı" bir zamanın çocuklarıyız bizler. Ama insan olmanın gerçek anlamı diğerleriyle bir bütün olarak devam ettirilen bir hayat değilse nedir ki? Kaldı ki o zavallı kendimizden mesul hayatlarımızın değeri ne kadardır ki? Evet haklısın zor gözüküyor. Sanıyorum önce herşeye rağmen zihinlerimizi değiştirmek zorundayız. Kendimiz için yaşamanın öğretildiği o zavallı düşüncelerimizden kurtarmak zorundayız kendimizi. Yoksa hepimiz tek başımıza bu donmuş ve katılaşmış zamanın içinde diğerleriyle bir olmanın mutluluğunu tadamadan yok olup gideceğiz.
YanıtlaSilevet.. "var olusumuzun gerekcesi" once yemek...sonra uremek...ama gunumuz dunyasinda hersey "Tuketim pazarina" gore ayarlandigi icin, doymak icin degil, tikinmak icin yiyor; sevmek icin degil, bosalmak icin sevisiyoruz/yorlar...
YanıtlaSilobses bir toplumsal yapiya ancak doyumsuzlugun getirdigi bunalim sarmali eslik edebiliyor..
Bunalim icindeyiz/icindeler...Tum gelismis/gelismekte olan ulkelerin insanlarinin baslica problemi bu...
azgelismis ulkelerde ise sorun "doymak" icin yemek, uremek icin sevismege kilitlenmis...gibi geliyor bana, yerin altindan bakinca..
arz ve talep yasasi calismiyor artik.. talebin ustundeki arz doyumsuzluk duygularini teprestiriyor...Global bunalimin altinda bu yatiyor...oysaki dunyanin 3/4 aclik icinde kivraniyor...Doymayan gozlerle, acligin gozbebeleri... cagdas zitliga ne demeli?
Vkemal
Sorun da burada zaten. Doymak için yemekten öteye bir hal almış durumdayız. Bütün bunlar yemek ya da doymak için değil. tıkınmak bunun adı, hayatlarımızdaki boşluğu böyle aptalca bir biçimde doldurmaya çalışmak. İnsan dehşete düşüyor dünya bu kadar açı saklıyorken gövdesinde birilerinin gerekli gereksiz sırf alabiliyor diye bunca tıkınıp yine de ruhunu doyuramamasını. Ve bir de aç gözün evine yığdığı ve çöpe yollanan küflü yiyecekler var ki artık onlar için ne demeli bilemiyorum.
YanıtlaSilSanırım önce doymayı bilmeli insan, sonra gereksiz tüketim yapmamayı ve en önemlisi paylaşmayı.Bunları tam olarak öğrenip uygulamadıkça, eksik kalır hayat.
YanıtlaSilSevgilerimle kediciğim.
Dünyayı çöplüğe çeviriyoruz işte bu yüzden ya...
YanıtlaSile daha sabah kahvaltısında öğlen ne pişirsem, öğlen çayın yanına bi börek güzel gider, hanım karnıyarığın yanına da cacık yapıver diyen bir yapımız var :)
YanıtlaSilEvet tam olarak böyle. Hayatını yemek üzerine kurmuş insan tipi bu, ne dersin :)Yaşamak için yemek değil de yemek için yaşamak mı desek bunun adına acaba?
YanıtlaSil