Kuzenim hayatının aynılığından şikayet edip dururken ve birden herşeyin mucizevi bir şekilde değişmesini istediğinden söz edip durmakasızın homurdanırken, küçük kuzenim sesine en tatlı tonu katarak "ah keşke elimde sihirli bir değnek olsa abla" deyip bir süre ablasının gözündeki sevgi pırıltılarına baktıktan sonra devamını şöyle getirmişti; "O değnekle vurup senin kafanı kırardım. Biraz gerçekçi ol." O an hepimiz güldük ama aslında haklıydı.
Hepimiz zaman zaman böyle sihirli değnek hayali kuruyoruz. Belki de sık sık. Kılımızı kıpırdatmadan herşeyin (nedense) aynı olmasına dikkat ederek hayatımızı sürdüyor, o günün akşamında ise hatta gece uykuya dalmadan hayatımızın ne berbat olduğunu düşünüyor sürekli kendi kendimize bunun böyle gidip gitmeyeceğini soruyoruz. Ve artık işin içinden çıkamayıp mucizelere sığınıyoruz. Hatta işi ileriye götürüp buna inanır ve her gece bunun hayalini kurarsa evrenin onu duyacağına ve gerçek olacağına inananlar bile var. Ama poposunu kaldırıp da mucizeyi kendisi yaratmaya kalkan pek az.
Bir dergide bir röportaj okumuştum. Adamın biri bütün kariyerini, kazandığı onca parayı çöpe atıp sonu belirsiz bir alana geçiş yapmıştı. Edebiyata. Bu adam cesur mu? Belki. Eğer kendini yıllarca geçindirecek parayı bir kenara koymadıysa cidden cesur biri. Şimdi kimimiz müzik yapmak istiyor, kimimiz roman yazmak istiyor kimi de bir göl kıyısında bir evi olsun sabah güneşine baka baka şiirlerini yazsın istiyor. Hatta yüz kişiden seksen beşi bu hayalle yaşıyor. Bütün bu insanların hayallerini gerçekleştirdiğini düşünelim, o zaman kahvaltı niyetine roman, öğle yemeği niyetine şarkı, akşam yemeğinde ise şiir yerdik. Siz hiç fırıncı, madenci olmak ya da sucuk fabrikasında çalışmak hayali ile yanıp tutuşan birilerini gördünüz mü? ben görmedim. Herkes sanatla uğraşmak istiyor. Sanatla uğraşmak istemeyenler de bir ada da Jack ya da Kate olmak istiyor.
Aslında belki de en iyisi şudur; yapmak zorunda olduğumuz işi yapmak, bununla geçinmek ve geri kalan zamanı da sanata adamak. Böylece belki denge kurulabilir. Şunu çok duymuş olmalısınız; "ah roman yazacağım ama işten güçten vakit bulamıyorum", "şiirime konsantre olamıyorum çünkü iş stresim çok fazla." İyi de sanat bizi günlük hayatın yükünden kurtarmıyorsa, ruhumuzu dinlendirmiyorsa o halde güzelliği nerede? Gün içinde pek de yararına inanmadığın bir işi yapıyorsan, ruhun hiç de haz almıyorsa bu işten, yaratıcılığının gün be gün eridiğini yok olduğunu düşünüyorsan, sanat seni canlı tutmak için var değil midir? İnsan neden okur, neden film izler, neden resimlere, fotoğraflara bakar? bütün bunların amacı ruhun yitip gitmesini, günlük hayata teslim olmasını önlemek değilse nedir? Bütün bunların yetmediği yerde de insanın kendisi birşeyler yaratmaz mı? Bence herkesin sanatın bir dalına eğilimi vardır. Çünkü ruh dediğimiz yaratıcıdır. Kimininki bastırılmış, kiminin ki bir yerlerde unutulmuş olsa da mutlaka her ruh yaratıcıdır. Ve belki de hepimizin aradığı o sihirli değnek içimizdeki yaratıcılıktır. Herşeyi değiştirecek olan, hatta hayatı algılayışımızı temelinden yıkıp bize yeni bir bakış verecek olan budur. Olabilir mi?
Fotoğraf: Life
Ne güzel yazmışsın öyle Aydan Atlayan Kedi'cim...
YanıtlaSilVallahi kendime geldim, kocaman bi osmanlı tokadı yedim. Oooooh mis :)
konuyla ama ilgili ama ilgisiz "Hiç kimse başarı merdivenine elleri cebinde tırmanmamıştır." lafı geldı aklıma ilk olarak :)
YanıtlaSilSanat ve sanatla meşguliyet hep emeklilik yıllarına erteleniyor.Nedeni ise senin de dediğin gibi "geçinecek parayı bir kenara koyamamış olmak."Ruhun yaratıcılığı sabırla beden arkası bir yerlerde parada özgür olacağımız günleri beklemekte.Günü gelince de iş işten geçmemiş olsa keşke. sevgilerimle.
YanıtlaSilAziz Nesin'in bir öyküsü vardır; "bir de şu sinekler olmasa!" diye biter.
YanıtlaSilSürekli, müthiş sanat eserini üretmeyi erteleyen, ön şartlar bulan, bahaneler çıkaran bir yazarın, üreteceği bahane kalmadığında sığındığı son bahane budur; bir de şu vızıldayıp duran sinekler olmasa, müthiş eserini yazacaktır, ama, ahh o vızıldayan sinekler...
İnsanız işte!
Çaba sarfetmek zor gelince bahane buluruz.
:)
Virginia Woolf, Kendine Ait Oda'da " Bir sanat eseri ortaya çıkarabilmenin gerekli şartları nelerdir sorusuna "Kendine ait bir odaya ve yılda 500 bin sterling bir gelire sahip olmak" demiş galiba. :)
YanıtlaSilTabii göz ardı edilemez gerekler bunlar, ama asıl olan "samimi" olarak yazıp orjinal olmak; ki bunun için hayatın içinde olup onu "görmek" gerek der yine Woolf...
Şu sihirli değnek meselesi ise kendimizi avutma yollarından biridir, gerçekten istemediğimiz, ama istermiş gibi yaptığımız her şey için. Kendimden bilirim:)
AYNADAKİ AKSİM: Çok teşekkür ederim :)
YanıtlaSilSEQUIEROS: Doğru :)
SUFİ: Aslında belki de ikisini bir arada götürebilsek günlük hayatın bütün bu gereksiz sıkıntısından kurtulacak, dinlenmiş bir kafayla hayatla daha kolay başa çıkabiliriz gibi geliyor bana. Ama sanırım çoğumuzda aynı fikir var; hele bir kafam rahatlasın ondan sonra fikri :)
EKMEKÇİKIZ: Bahane bulma konusunda gerçekten uzmanız. İnsan en kolay kendini kandırıyor ve kendine inanıyor çünkü. Bahane bulmadaki yaratıcılığımız başka yerlere harcasak...
N.NARDA: Evet bu kendini avutma meselesinde ben de sizinle aynı fikirdeyim.
mimlendiniz efenim ;-)
YanıtlaSilevet haklısın yaratıcılıktır dogru yazmıssın ne denir ki buna...çok güzel yazıp bizlere güzel anşar yaşatıp yazdıklarında dersler veriyorsun ya bayılıyorum vallahi :)) sevgiler KK...
YanıtlaSilAYNADAKİ AKSİM: Miminiz cevalandı efenim :)
YanıtlaSilBURCU: Ama beni şımarıyorsun sen kızkardeş :) haberin olsun :)