Tam halının ortasındaydım. Evet tam ortasında ayakta duruyordum. Elimde dumanları tüten bir fincan çay, tam karşımda kapağı açık kalmış bir dolap ve etrafımda dağılmış kitaplık, yerlere saçılmış gazeteler, masanın üzerinde duran solmaya yüz tutmuş çiçekler, yatağın üzerinde açık duran, yarısı okunmuş kitaplar ve o kadının uzaklara bakan hafifçe gülümseyen yüzünün resmedildiği tablonun ortasında öylece kıpırdamadan duruyordum. "Ne yapıyorsun sen burada?" dedim mırıldanarak. Sahi ne yapıyordum?
Garip ama sevgili dostum, insan bazen gözleri açıkken bile rüya görüyor. Hatta bir eşyanın içine içine bakarken daha da ötesi kendisine birşeyler anlatan birinin gözlerinin içine içine bakarken bile... Ben de o halının ortasında dururken, elimdeki fincandan dumanlar tüterken, kitaplar hala dağınık, dolap kapağı hala açıkken, o çiçekler ne daha fazla solmuş ne de yeniden canlanmışken, gazetelerin üzerindeki tarihin değişmesine hala çok varken, aklımın ya da ruhumun diyelim, ellerine tutunup hiç bilmediğim bir yere gittim.
Orada usul usul yağan bir yağmur vardı. Kadife gibi dokunuşlu ve ılık. Çıplak ayaklarının yorgunluğunu alan, seni göğsüne bastıran bir yağmurdan söz ediyorum. Görmeliydin. Aylardan mayıstı. Dilini bilmediğim insanların ülkesinde, hiç tanımadığım insanların evlerinin verandasındaydım. Verandanın tahtaları üzerinde kulağım yağmurda yürüyordum. Ayağımın altındaki eski tahtaların gıcırtısı yağmurun sesine karışıyordu. Yürüyor, yürüyor ve yürüyordum...
Duruken yürümekti yaptığım. Ve dostum, hala o halının üzerinde tek santim kıpırdamadan duran birinin aklının içine yaptığı yolcuktan yorgun dönmesi gibiydi bacaklarımda duyduğum. Ne garipti ama ne güzeldi...
Her akşamki gibi bir akşamın içindeyken ve ne mutsuz ne de üzgünken, kaçmak aklımın kıyısına bile yanaşmamışken birden çıkılan bu yolculukta neydi şimdi? Yorgun ruhun kaçışı mı? Olduğum yerle olmak istediğim yer arasındaki araf mı? Neydi? Bilemedim. Bilmek de istemedim. Milyon kez sorduğum "neden" sorusunu bu kez halının altına süpürüverdim. "Gözden ırak olursa akıldan da ırak olur" dedim. "Hem yağmur" dedim "yokken var oldu ve o kocaman ağaçlı ülke, gıcırdayan veranda da yoktular, belki hiç yokturlar ama ben onları gördüm."
İnsan ne garip, ne akıl almaz bir varlık. Ve ne hayran olunası... Akıl ise bin kapılı bir saray. Kaç kapısı var açılmadık kimbilir ve kaç odası var henüz girilmedik. Sahip olduğumuzu sandığımız o sarayın alt katında ancak gündelik işleri görebildiğimiz odalarda geçiyor hayatlarımız. Ve ne gariptir ki üst katlardan haberimiz bile yok. Buna yanmalı mı dersin? Akıl sarayımızın tüm kapılarını açamadığımıza yani... Yoksa böylesi mi iyi bizim için? Bir kaç odada gezinmek daha mı kolay? Sahi o odaların hepsiyle başa çıkabilir miydik ki? Kim bilir?
Ben sanırım tam burada dururken, kimbilir neden, aklımın hiç bilmediğim bir kapısından başımı uzatıp baktım. Ve yağan yağmuru, verandayı, o dev ağaçları, grileşmiş gökyüzünü gördüm orada. Tüm bu çizilmiş çemberin dışına çıkıp kendi aklımın içine daldım. Eğer kalsaydım orada, uzun süre yürüseydim yağmurda belki de hep kalayım isterim diye korkmuşumdur. Olur ya. İşte o yüzden Sevgili Dostum çayım soğumadan geri döndüm.
Fotoğraf: http://se.inf.ethz.ch/people/leitner/erl_g/image/tea_cup_small.jpg
Duruken yürümekti yaptığım. Ve dostum, hala o halının üzerinde tek santim kıpırdamadan duran birinin aklının içine yaptığı yolcuktan yorgun dönmesi gibiydi bacaklarımda duyduğum. Ne garipti ama ne güzeldi...
Her akşamki gibi bir akşamın içindeyken ve ne mutsuz ne de üzgünken, kaçmak aklımın kıyısına bile yanaşmamışken birden çıkılan bu yolculukta neydi şimdi? Yorgun ruhun kaçışı mı? Olduğum yerle olmak istediğim yer arasındaki araf mı? Neydi? Bilemedim. Bilmek de istemedim. Milyon kez sorduğum "neden" sorusunu bu kez halının altına süpürüverdim. "Gözden ırak olursa akıldan da ırak olur" dedim. "Hem yağmur" dedim "yokken var oldu ve o kocaman ağaçlı ülke, gıcırdayan veranda da yoktular, belki hiç yokturlar ama ben onları gördüm."
İnsan ne garip, ne akıl almaz bir varlık. Ve ne hayran olunası... Akıl ise bin kapılı bir saray. Kaç kapısı var açılmadık kimbilir ve kaç odası var henüz girilmedik. Sahip olduğumuzu sandığımız o sarayın alt katında ancak gündelik işleri görebildiğimiz odalarda geçiyor hayatlarımız. Ve ne gariptir ki üst katlardan haberimiz bile yok. Buna yanmalı mı dersin? Akıl sarayımızın tüm kapılarını açamadığımıza yani... Yoksa böylesi mi iyi bizim için? Bir kaç odada gezinmek daha mı kolay? Sahi o odaların hepsiyle başa çıkabilir miydik ki? Kim bilir?
Ben sanırım tam burada dururken, kimbilir neden, aklımın hiç bilmediğim bir kapısından başımı uzatıp baktım. Ve yağan yağmuru, verandayı, o dev ağaçları, grileşmiş gökyüzünü gördüm orada. Tüm bu çizilmiş çemberin dışına çıkıp kendi aklımın içine daldım. Eğer kalsaydım orada, uzun süre yürüseydim yağmurda belki de hep kalayım isterim diye korkmuşumdur. Olur ya. İşte o yüzden Sevgili Dostum çayım soğumadan geri döndüm.
Fotoğraf: http://se.inf.ethz.ch/people/leitner/erl_g/image/tea_cup_small.jpg
bu cuma mektuplarını duzenli olarak yazıyorsun ya.. sanki ben kafama koydugum bir seyi duzenli olarak yapıyormusum gibi mutlu oluyorum vallahi.. devam! =)
YanıtlaSilBende kendime şaşıyorum inan :) Birşeyleri sürdürme konusunda ciddi bir problemim vardır ama konu yazmak olunca değişiyor galiba :) Ya da belki de yalnızca sevdiğim şeyleri sürdürebiliyorumdur. Evet bu daha mümkün...
YanıtlaSilMutlaka o verandada durduguna ve o sırada yağmur yağdığına inanıyorum.. Sadece dolabın kapaklar açıktı ve halının üstündeydin belki de..Olamaz mı? olur...Biz sadece inandığımız şeylerin gerçek olduğunu sanarız...Ama olur..Ben buna inanırım..
YanıtlaSil4 paragrafa bayıldım. Bende düşüne düşüne yatınca sabah yorgun kalkıyorum inanırmısın. Dalıp gitmeye dair bir makale okumuştum. Bulursam linkini yollarım.Daima çayın sıcak,dolapların toplu kafan dinç ruhun dingin olsun :)
YanıtlaSilBin kapılı aklın koridorlarında tümünü olmasa bile bir çok kapıyı aralamışsın görünüyor.Ruhlar ne kadar özgürse kapı duvar mekan sınır dinlemiyorsa,beden o derece sınırlı ve kafeste işte.Salıver ruhunu sınırsızlıkta deneyimlesin herşeyi aklına yoldaş nasıl olsa.Ellerine sağlık, cuma mektuplarını hep bekler olduk nedense.Sevgilerimizle.
YanıtlaSilCuma mektuplarini seviyorum.
YanıtlaSilBRAJESHWARİ: İşte aklın bu yanını seviyorum. Gözlerin açık ya da kapalı istediğin an istediğin yere taşıyor seni. Sihirli halı gibi :) Ve ben de buna inanıyorum: Biz inandığımız şeylerin gerçek olduğunu sanıyoruz. Bu hem iyi hem kötü. Önyargılılık açısından bakarsak özgürlüğün gerçeğin görülmesinin kısıtlanması ama hayalgücü olarak bakarsak aklın uçup yabancı diyarlara konması.
YanıtlaSilCRAFT WOMAN: O makaleyi merak ettim. Çünkü dalıp gitmelerim çoktur benim. Bulunduğun yerle sahip olduğun hayatla yetinmemek midir bu? Aslında öyle bence. Senin de ruhun hep dingin huzurlu olsun Sevgili Craft Woman.
SUFİ: Sevgili Sufi ne kadar güzel söylemişsin: "Ruhlar ne kadar özgürse kapı duvar mekan sınır dinlemiyorsa,beden o derece sınırlı ve kafeste işte.Salıver ruhunu sınırsızlıkta deneyimlesin herşeyi aklına yoldaş nasıl olsa." Bu dalıp gitmeler ruhun kanat çırpışları mı dersin?
BİRAZ: Çok teşekkür ederim :)
her cuma mektup almak cok güzel bir duygu...sagolun....üstelik satirlarda insani alip bir yerden baska bir yere götürüyor....
YanıtlaSilHer cuma yazmak da öyle :) Çok çok teşekkür ederim bu güzel sözlere, yüzümde gülümsemeyle...
YanıtlaSilGözü açıkken rüya gören tek ben var mıyım diye düşünüyordum, yalnız değilmişim...
YanıtlaSilEmin ol değilsin :) Bu yaşadığı hayatla yetinmeyip kanatlanıp uçmak isteyen ruhların işi :)
YanıtlaSilo bahsettiğin kısa kaçış ya da uzaklaşma hali ben de çok kısa süreli(üç bilemedin dört saniye) ama uzun aralıklarla oluyor.
YanıtlaSilama evet çok güzel bir duygu.
Rüya gibi kısacık sürüyor değil mi? Ama hissettirdiği çok güzel. Benim asıl merak ettiğim bu ne zaman oluyor? Yani hangi ruh halindeyken ya da ruhumuz neye ihtiyaç duyduğunda bu şekilde bir şey yaşıyoruz? İstediğimiz zaman değil de kendiliğinden olma nedeni ne? Bak halının altına süpürdüğüm "neden" sorusunu ortaya çıkardın Rehavet gördün mü :)
YanıtlaSilvalla bana en son dokuz günlük tatile çıktığım gün trenle işten eve dönerken bi uğradı geçti. tatile çok ihtiyacım vardı o sıra ama gördüğüm tatil ve türevi değildi başka bir şeydi. yeri zamanı niçini nedenini bilemem. zamansız spontane hareketler, çok güzel hareketler bunlar. hissetmesi güzel bunu bilir bunu söylerim.
YanıtlaSilöyle.
Aslında zamanını bilememek daha güzel galiba. Süpriiiiiiz diye geliveriyorlar aklın aynasına. Evet hissetmesi güzel, gerisi de önemli değil zaten. Sorumu yeniden süpürüyorum halının altına :)
YanıtlaSilZaman zaman sığınaklar arıyor insan en çıplak halindeyken boğulmaları...Akıl içinde kaybolmadan yapılan kaçışlar zaman zaman insanın özlemleri ile alakalı sen anlatırken ben o yağmurun altında gıcırdayan tahtaların az ilersindeki topraktan gelen kokuyu hissettim, zaman zaman kaçtığım ege de yaşama rüyalarıma gittim...Neden sorularının cevabını aslında hep biliriz ve bildiğimiz için Neden e gelene kadarki hallerimizi sevmeyiz ve düşünmemek için saklanırız aklımızın içindeki tenha kuytulara...Keşke bir tılsımımız olsa ve kaçıp göçtüğümüz yerlerdeki zamanlarda olsak zaman zaman ve hep geri döneceğimizi bilmemnin bahtiyarlığında dalsak rüyalara...Sevgilerimle :D
YanıtlaSilMümkün olsa da senin şu beyin kıvrımlarının arasında bir dolaşabilsem. Offf yaaa neler neler çıkar karşıma:) Hımmmm dur bakiiim ben bu konuyla ilgili bir şeyler icat edeyim. Her zamanki gibi öptüm;)
YanıtlaSilAGNUS DEİ: Bu dalıp gitmeler ruhumuzun yara bantları gibi geliyor bana. Hani hayat içinde böyle yaralanıp berelenirken birden açılan yaralar üzerine daha fazla kanamasın diye, iyileşsin diye konan bantlardan...
YanıtlaSilYEŞİM: Bakalım ne icat edeceksin yine Yeşom :)
Hep orada kalmayı ister misin gerçekten? Sorulur ya hep, "şimdi nerede olmak istersiniz?" diye. Şu an bulunmak istediğin o yerde, uzun zamanlar kalmak ister misin yani?
YanıtlaSilİstemem sanırım. Bazı şeylerin tadı damağında kalsın diye az olması gerekir ya... Öyle birşeydi benimkisi. İşte sırf bu yüzden çayım soğumadan geri geldim :)
YanıtlaSilBen de bu tip düşünce yolculuklarını çok seviyorum. Gün içinde mbulunduğum mekan ve konudan uzaklaşıp çoook daha başka yerler gittiğim anlar oluyor, sonra geri geldiğimde belki bir kaç dakikadan ibaret bu yolculuğu kaleme almak isteğim oluyor, uzunca bir yazı bile çıkar derken bakıyorum başka bir yolculuktayım :)))
YanıtlaSilCuma mektuplarını bende çoks eviyorum, bu güzel yazıları bizlere ulsştırdığın, bin odalı sarayını paylaştığın için teşekkürler :)
Yolculuklar her zaman güzel galiba. Gerek dünyanın toprağı üzerinde olsun gerekse aklın toprakları üzerinde...
YanıtlaSilAsıl ben teşekkür ederim okuduğunuz ve beğendiğiniz için :)
Tesadüf diye bir şeyin olmadığına, iyiden iyiye inanmaya başladım artık. Sebep şu:
YanıtlaSilBir süre öncesinde Şibumi'yi ve Olasılıksız'ı okumuştum. Bundan da önce kafamı kurcalayan 'beynin sınırları' meselesi, bu iki kitaptan sonra iyice takıntı halini aldı bende.
Ne zamandır blogunuzu açıp okumak istiyordum ve bugün bu ilk ziyaretimde böyle bir yazıyla karşılaşmamın bir anlamı olmalı diye düşündüm. Aslında epeydir bunu düşünmekten yorulmuştum ve kaçmaya çalışıyordum. Ama şimdi bu tesadüf gibi görünen çakışma da olunca, şu meseleri biraz daha irdeleyeyim diyorum.:)
Gördüğünüz -ya da yaşadığınız- şey elbette ki bir rüya değil. Yanlış anlamadıysam bir meditasyon sürecine girmişsiniz o anda. Açıkçası bunun meditasyon olarak adlandırıldığını daha yeni yeni fark ediyorum. Ben yıllardır yaşardım bunu. En çok uzaya gider, engin karanlıkta dinlenir ya da dinlerdim kendimi. Son birkaç yıldır okyanus oluyorum; parmak uçlarım, saçlarım ufak dalgalar halinde kıyıya vururken, karın boşluğumda fersah fersah derinliklerin sesini duyar ve tamamen dinlenmiş bir halde dönerim bu halime. İşin daha da tuhafı Şibumi'de bu meseleyi okuyuncaya kadar tıpkı romanın baş kahramanı gibi bunu herkesin yaşadığını sanıyordum. Meğer bu herkesin yapabildiği bir şey değilmiş ve belki birilerinin bu yorumumu okuyup beni 'tuhaf' sanacağı kadar da anlaşılmaz bir şeymiş.
Keşke hemen dönmeseydiniz, gittiğiniz yer korkmanızı gerektirecek bir yer değil, tam tersi tüm korkularınızdan arınmanızı sağlayacak bir yerdi eminim.
Ayrıca, dilinizi çok beğendim. Böyle blogları okumayı seviyorum, vaktimi iyi bir şeyler için harcadığımı düşündürüyor bana.
Sevgiler...
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; Ben tesadüflere inanmam, ben hayatın o incecik görünmeyen pamuksu ipliklerle ördüğü bağa inanırım. Her ne kadar onu göremesek de :)
YanıtlaSilOnu rüya diye adlandırdım çünkü nasıl anlatacağımı bilemedim. Gözlerimiz açıkken görülen bir rüya gibiydi. Hani uyandığında gerçekten var olmuş gibi hissettiğimiz o rüyalar var ya, tıpkı öyle. Bu bir dinlenme biçimi diye düşündüm. Çok yorgun düşen ruhların, bıkıp usananların ya da insanın sırf insan olmaktan ötürü taşıdığı yüke dayanamadığı anda kaçıp saklandığı dinlendiği bir yer. Ve ne göreceğimiz de belki o anda ruhun en ihtiyacaı olan şey tarafından belirleniyordur. Olabilir mi? Korktum çünkü kontrol edip edemeyeceğimi bilemedim. Eğer geri dönüşü istediğimiz zaman sağlayabilirsek o zaman gerçekten dinlenilesi bir yer olur. Ama ya bir filmde ya da bir kitapta, aklının içinde yaşamaya başlayan bir adamı anımsıyorum, gerçek hayatta ise o an komaya girmişti. Aslında aklın içinde yaşıyor gerçek hayatta ise öylece kıpırtısız yatıyordu. Belki de korkma sebebim budur. Bilemiyorum. Hala üzerinde kafa yoruyorum. Eğer kontrol edebilirsek, ki bence bu mümkün, muhteşem birşey. Kontrolden söz ediyorum çünkü tam o an böyle birşey tasarlamamıştım. Sanki kendiliğinden görüntü değişmiş gibi. Tuhaf bir durumdu. Ama güzeldi.
Çok çok teşekkür ederim güzel sözlerinize. Duymak mutluluk verdi :)
Bu bir soru ise Sevgili Bay Dikkatsiz bunu bana değil okuyanlara sormalısınız :) Zira ben sadece yazıp bir şişe içinde okyanusa bırakıyorum :)
YanıtlaSilBen o okyanusta her cuma mektup buluyorum. Yakında denizkızı olup ben de karaya mektup atacağım (ucuna balık bağlayıp atayım kediciğime). Canım benim güzel bir mektup olmuş. Yüreğine ve ruhuna sağlık. Çok enteresan ki geçen gece cuma sanırım ben de fikren bir seyahate çıktım. Sonuçta ruhun gezintisi kadar incelikli ve ender değil ancak aklımdaki tüm yapılası şeylere yüreğim ve mantığım hayır demedi. Ruhuna ve yüreğine iyi bak kedicim.
YanıtlaSilZeynepciğim çok ama çok teşekkür ederim :) Şımardım bak haberin olsun :) Sen de ruhuna yüreğine çok ama çok iyi bak. Sevgilerimle...
YanıtlaSilCuma mektuplarına çok alıştım ben yalnız yorum yazmaya gelince çok geç açılıyor o kutucuk, şimdi de nerdeyse arıyordum seni hata falan var mı diye.
YanıtlaSilBilemiyorum Özlemciğim ben de sorun olmuyor... Belki bağlantıdandır olamaz mı?
YanıtlaSil