Bazılarının hayatı gitmek üzerine kurulmuştur. Neden gittikleri önemli değildir. Tek dertleri zamanı geldiğinde alıp başlarını gitmektir. Bir yerde onlarca yıl kalabildikleri gibi bir haftanın dolmasını beklemeden de oradan ayrılabilirler. Eleni de onlardan biri. Hayatının uzun bir bölümünü Yunanistan'da bir balıkçı kasabasında geçirdi. Ona, çok değil bir kaç hafta öncesinde sorsanız, tüm ömrünü burada geçireceğini söylerdi ama zaman geldiğinde ve Eleni gitmek için içinde dayanılmaz bir istek duyduğunda, ilk aklına gelen yere, babasının toprağına, Napoli'ye gitmeye karar verdi.
Napoli sokaklarında onu oraya çeken şeyin sırrını aradı durdu haftalarca. Ne tanıdık bir yüz, ne tanıdık bir sokak, ne tanıdık bir ses... Hiçbir şey bulamadı. Rüyalarını yazdığı defteri defalarca okudu. Ama hiçbir şey yoktu. Bir bağ hissediyordu kente dair ama o bağın ne olduğunu bir türlü bulamıyordu. Babası mıydı? Burada, bu kentte ne vardı? Babasından Napoli'ye dair pek çok hikaye dinlemişti. Belki de o hikayelerdeydi anahtar. Şimdi düşününce... Hatırlamıyordu hiçbirini.
"Burada öleceğim" dedi kendi kendine. Yarısını anne toprağında geçirdiği ömrünün kalanını baba toprağına mı adıyordu? "Anneni mi çok seviyorsun yoksa babanı mı?" diye sorarlardı çocukken "ikisini de" derdi. Şimdi de bunu mu göstermeye çalışıyordu yoksa. "Saçmalama" dedi kendi kendine. "Çaresizlikten saçmalıyorsun."
Günlerini, haftalarını onu oraya çekenin ne olduğunu bulmaya adadı ve bir sabah uyandığında bütün bunlardan bıktığını hissetti. Sokaklarını arşınladığı bu şehirde aramaktan yaşamaya fırsat bulamadığını farketti. Geçmiş günlerini yaşayarak geçirmiş biriydi. Şimdi ise öğrendiklerinin, bildiklerinin hepsini çöpe atıyor yeniden başlangıç yerine dönüyordu. Her ömür aramaya adanmıştı ve Eleni yaşadığı yarım yüzyılda hiçbir şey aramamış, buna adanmamış ve belki de bu yüzden eksik kalmıştı. Şimdi o eksiği mi tamamlıyordu? Pek çok sorusu vardı Eleni'nin. Ama belli ki bu soruların cevabı bu kentte, Napoli'de değildi. Bu kent başlama yeriydi. Eleni nedenini bilmeden başlama yerine gelmişti. Bildiği tek şey vardı, başka birine dönüşüyordu. Elli yıllık bir ömrü neye nasıl harcadığının bir önemi yoktu. Şimdi her neye dönüşüyorsa onun taslağıydı o elli yıl. Eleni artık Eleni değildi. En azından bildiği Eleni...
Kentin dışına çıktı. Başlama yerinin kapısına. Şimdi nereye gideceğine dair en ufak bir fikri yoktu. Bekleyecekti. Nasıl bu kentin başlama yeri olduğunu günü gelip anladıysa, nereye gideceğini de günü gelince anlayacaktı. Parmaklarını beyaz saçlarının arasından geçirdi. Henüz hayatının gitmek üzerine kurulduğunu bilmiyordu. Gideceği yerin öneminin olmadığını, önemli olanın gitmek, gitmek ve gitmek olduğunu da öyle...
NOT: Aynadaki Aksim'in MİM'ine cevaben yazılmıştır.
Resim: Modigliani
bu sanki bir yol hikayesinin başlangıcı gibi olmuş kedi. bundan sonrası da gelir mi dersin? =)
YanıtlaSilBelki sen getirirsin devamını Ozan'ım Kayra'm :)
YanıtlaSilçok güzeldi..
YanıtlaSilmükemmel bir aroma olmuş bu, sanki modern bir derviş hikayesi gibi. pek bi sevdim. :)
YanıtlaSilMERY: Teşekkür ederim :)
YanıtlaSilAYNADAKİ AKSİM: Beğendiğine sevindim :)
ne guzel yazmissin.oyku tadinda okudum.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Sevgili Arzu.
YanıtlaSil