Sevgili Dostumuz Rehavet'in aklında fikirler uçuşur, kimini elini uzatıp yakalar, kimi ise gökyüzünde bir güvercin olur.Bana yakaladığı güvercinlerden birini yolladı. Dedi ki: "Kediciğim, aklıma bir fikir geldi." Sait Faik'in Son Kuşlar isimli kitabını okurken Korentli Bir Hikaye'nin başındaki notu okumuş Rehavet. Notta; Sait Faik'in Yunanlı bir yazarla hikayelerini değiştirdikleri ve kendilerine göre adapte ederek yeniden yazdıkları söyleniyormuş. Rehavet'in bu nefis fikri de oradan doğmuş. "Eee Kedi, ne dersin?" dedi. Ne diyecektim, harika olurdu. İşte aşağıdaki hikaye de Rehavet'in hikayesinin kedi diline uyarlanmış versiyonudur.
*********
Çocukluğumun sokağının hemen köşesinde Koca Dayı'nın bakkalı. Hiç gitmedi, gitmeyecek de. Tıpkı çocukluğum gibi orada hiç eskimeden, renkleri solmadan duracak ve bekleyecek. Her insan çocukluğu yitip gitmesin diye, zamanın çarkları arasında un ufak olmasın diye onun başına bir bekçi koymaz mı? Koyar elbet. İşte Koca Dayı da çocukluğum yitmesin diye gözkapaklarımın içinde gizleniyor şimdi.
Hepi topu sekiz on metrekare küçük bir dükkan içinde otururdu Koca Dayımız. Biraz huysuz, biraz öfkeliydi. Ama şeytan tüyü mü vardı nedir kimse ona kızamaz, küsemezdi. Küçücük dükkanının içinde kocaman gövdesiyle ağır ağır peynir tenekelerini sürükler, ekmekleri düzgünce dizer, kendisini kızdıran çocuklara önünde duran gazete kağıtlarından yaptığı topları fırlatırdı. Her çocuk için onu kızdırmak, dükkanının önündeki boşluğa küçük taşlar savurmak zevkti. Çocuktuk ve aptaldık. Ama Koca Dayı öyle değildi. O tüm huysuzluğuna rağmen insanları sevenlerdendi.
Koca Dayı'nın hikayesini çok sonra öğrendim. Büyüyüp çocukluğumu bir yerlerde unutmaya başladığım zamanlarda. Anneannem hayattan yorulup onun eteğine sığındığım bir günde anlattı hikayeyi. Emekli parasıyla aldığı evin bir köşesini önceleri oyalanmak için bakkal yapmış. Sonra işler açılınca ciddi ciddi bakkaliye hizmeti vermeye başlamış. Ve bu bakkal onun hayatı olmuş. Duyduğumda şaşırmıştım. Onun başka bir iş yaptığını, o işten emekli olup bu bakkalı açtığını hiç düşünmemiştim. Benim aklımda Koca Dayı tüm ömrünü bu bakkalda geçirmiş gibi yer etmişti. "Nurlar içinde yatsın" demişti anneannem. "Amin" demiştim.
"Ah be Koca Dayı" diye geçti aklımdan "sen gittin ne çok şey değişti hayatlarımızda" Bağırırdın, çağırırdın bizleri tezgaha fazla yanaştırmazdın ama açık sattığın şekerleme ve bisküvilerden her seferinde bir kaç tane fazla vermeyi de ihmal etmezdin. Üst üste ve de eğimli bir şekilde dizili, kapaklarında küçük camlı pencereler olan teneke kutularında açık satılırdı bisküviler o zamanlar. Şimdinin "petibör"ünü ve de kaymaklı bisküvileri sever daha tatlımsı oval olanları sevmezdim. Zaten hepsi üç çeşitti. Şimdiki gibi yulaflısı, kepeklisi, çikolatalısı nerede? "Ah be Koca Dayı sen gittin herşeyin tadı kayboldu."
Sonrasını anneannemden dinledim. Biz taşındıktan sonra ısrarla evinden, sokağından, mahallesinden vazgeçemeyen geçmişine sımıskı bağlı anneannemden... Koca Dayı ömrünü ve koca gövdesini o küçücük bakkal dükkanında tüketmiş. Orasını evi bellemiş ve etrafındaki kocaman marketlere sonuna kadar direnmiş. Kahraman bir bakkal olarak yummuş gözlerini hayata...
Zaman üzerinden geçip gittiğimiz birşey midir? Geride kalan ve orada unutulan... Yoksa bir gün, bir öğle sonrası sohbetinde bir isim, şimdi hayatta bile olmayan birinin ismi bizi yeniden taşır mı unutulan çocukluğa? Zamanın anahtarları mı vardır? O anahtarlar bir gün hiç umulmadık bir yerden, birinin ağzından bir sözcük olarak çıkıp, yeniden o kapıları açar ve kayıp sandığımız zamanın sağnağında mı bırakırlar bizi? Böyle olmalı. Böyle olmasa sanki az önce görmüş gibi anımsayabilir miyim? O mahallenin kokusunu duyabilir miyim böyle buram buram?
"Ruhları şad, toprakları bol olsun" dedi anneannem gözleri dalgın. "Ruhları şad, toprakları bol olsun" dedim özlemle...
Fotoğraf: Ara Güler
*********
Çocukluğumun sokağının hemen köşesinde Koca Dayı'nın bakkalı. Hiç gitmedi, gitmeyecek de. Tıpkı çocukluğum gibi orada hiç eskimeden, renkleri solmadan duracak ve bekleyecek. Her insan çocukluğu yitip gitmesin diye, zamanın çarkları arasında un ufak olmasın diye onun başına bir bekçi koymaz mı? Koyar elbet. İşte Koca Dayı da çocukluğum yitmesin diye gözkapaklarımın içinde gizleniyor şimdi.
Hepi topu sekiz on metrekare küçük bir dükkan içinde otururdu Koca Dayımız. Biraz huysuz, biraz öfkeliydi. Ama şeytan tüyü mü vardı nedir kimse ona kızamaz, küsemezdi. Küçücük dükkanının içinde kocaman gövdesiyle ağır ağır peynir tenekelerini sürükler, ekmekleri düzgünce dizer, kendisini kızdıran çocuklara önünde duran gazete kağıtlarından yaptığı topları fırlatırdı. Her çocuk için onu kızdırmak, dükkanının önündeki boşluğa küçük taşlar savurmak zevkti. Çocuktuk ve aptaldık. Ama Koca Dayı öyle değildi. O tüm huysuzluğuna rağmen insanları sevenlerdendi.
Koca Dayı'nın hikayesini çok sonra öğrendim. Büyüyüp çocukluğumu bir yerlerde unutmaya başladığım zamanlarda. Anneannem hayattan yorulup onun eteğine sığındığım bir günde anlattı hikayeyi. Emekli parasıyla aldığı evin bir köşesini önceleri oyalanmak için bakkal yapmış. Sonra işler açılınca ciddi ciddi bakkaliye hizmeti vermeye başlamış. Ve bu bakkal onun hayatı olmuş. Duyduğumda şaşırmıştım. Onun başka bir iş yaptığını, o işten emekli olup bu bakkalı açtığını hiç düşünmemiştim. Benim aklımda Koca Dayı tüm ömrünü bu bakkalda geçirmiş gibi yer etmişti. "Nurlar içinde yatsın" demişti anneannem. "Amin" demiştim.
"Ah be Koca Dayı" diye geçti aklımdan "sen gittin ne çok şey değişti hayatlarımızda" Bağırırdın, çağırırdın bizleri tezgaha fazla yanaştırmazdın ama açık sattığın şekerleme ve bisküvilerden her seferinde bir kaç tane fazla vermeyi de ihmal etmezdin. Üst üste ve de eğimli bir şekilde dizili, kapaklarında küçük camlı pencereler olan teneke kutularında açık satılırdı bisküviler o zamanlar. Şimdinin "petibör"ünü ve de kaymaklı bisküvileri sever daha tatlımsı oval olanları sevmezdim. Zaten hepsi üç çeşitti. Şimdiki gibi yulaflısı, kepeklisi, çikolatalısı nerede? "Ah be Koca Dayı sen gittin herşeyin tadı kayboldu."
Sonrasını anneannemden dinledim. Biz taşındıktan sonra ısrarla evinden, sokağından, mahallesinden vazgeçemeyen geçmişine sımıskı bağlı anneannemden... Koca Dayı ömrünü ve koca gövdesini o küçücük bakkal dükkanında tüketmiş. Orasını evi bellemiş ve etrafındaki kocaman marketlere sonuna kadar direnmiş. Kahraman bir bakkal olarak yummuş gözlerini hayata...
Zaman üzerinden geçip gittiğimiz birşey midir? Geride kalan ve orada unutulan... Yoksa bir gün, bir öğle sonrası sohbetinde bir isim, şimdi hayatta bile olmayan birinin ismi bizi yeniden taşır mı unutulan çocukluğa? Zamanın anahtarları mı vardır? O anahtarlar bir gün hiç umulmadık bir yerden, birinin ağzından bir sözcük olarak çıkıp, yeniden o kapıları açar ve kayıp sandığımız zamanın sağnağında mı bırakırlar bizi? Böyle olmalı. Böyle olmasa sanki az önce görmüş gibi anımsayabilir miyim? O mahallenin kokusunu duyabilir miyim böyle buram buram?
"Ruhları şad, toprakları bol olsun" dedi anneannem gözleri dalgın. "Ruhları şad, toprakları bol olsun" dedim özlemle...
Fotoğraf: Ara Güler
Ruhları şad, toprakları bol olsun.
YanıtlaSilAmin...
YanıtlaSilaman bana eskiyi meskiyi hatırlatma.. nur yağarmış bit pazarına..
YanıtlaSilgeçen sene aralık sonlarında ananem öldüydü.. şimdi ise ekime geliyoruz.. bu nasıl bir iştir anlamadım?!! geçen ramazanı 3 ay evvel yaşamış gibiyim, şimdi ise yarılandı.. kafam basmıyor mevcut zaman konseptine :) ztn az kaldı bizim de terki diyar eylememize.. birileri hatırlarmı acaba bizi? niye ansın ki? gözden ırak olan gönülden de uzak olur..
Zamanı kim anlıyor ki :)
YanıtlaSilRuhları şad olsun...
YanıtlaSilAnlatım mükemmel olmuş.
Sevgiler.
Çok teşekkür ederim Sevgili Tuana. Sevgiler...
YanıtlaSil