İnsanların beyinleri ya da kalpleri arasında görünmeyen incecik bağlar olabilir mi? Ve eğer varsa bu bağlar kime, ne zaman ve nasıl bağlanır? Bugün Sevgili Goddess Artemis mimlendin Aydan Atlayan Kedi dediğinde son zamanlarda aklımı meşgul eden bu soru yeniden ortaya çıktı. Çünkü, yine son zamanlarda aklımın içinde evrilip çevrilen bir soruyu soruyordu: "30'lardan sonra arkadaşlık halleri ne alemde sizde?"
Çok tuhaftır ve nedense hep böyledir, akıl bir soru ile cebelleşirken dünya, o soruya dair ip uçlarını yağdırır üzerinize. Ya da belki aslında cevaplar öyle orta yerde durmaktadır da akıl soruya odaklanmış olduğu için göz cevapları görür olmuştur. Benim aklımın evrilip çevrilen sorusu arkadaşlıklar üzerine son zamanlarda. Arkadaşlarımın nasıl arkadaşlar olduğu değil de benim nasıl bir arkadaş olduğum üzerine daha çok. Bu yüzden gözlerim hep bu sorunun cevabı üzerine odaklandı. Ve kucağıma düşen cevaplar şunlar oldu;
Geçen hafta çok sevdiğim bir arkadaşımla birden parladık ve birbirimize bağırdık. Tüm tartışmaların olduğu gibi bunun da aptalca bir sebebi vardı. Daha sonra, ki aradan 15 dakika geçmiş ya da geçmemişti, ikimiz de odalarımızdan kalkmış birbirimizle barış imzalamaya giderken koridorda karşılaştık ve sarıldık. Bu benim ilk işaretimdi. Küsemediğim ve bana küsemeyenlerle arkadaş olabiliyordum.
İkinci işaret ise bir kitabın içinde saklanıyordu. Şöyle diyordu kitapta; "Kedi, evi sever. O yüzden denizi bile aşıp bulur evini de sahibini pek aramaz. Sahipsizdir. Yemek vererek gönlünü kazanamazsınız.Sizi o seçer görmeyince de unutur. Bir daha gördüğünde, aradan hiç zaman geçmemiş gibi sürdürür ilişkiyi." * Benim de kedilerden farkım yoktu aslında . Kalben sadık ama görünürde tam bir nankördüm. Telefonla uzun konuşmaları sevmeyen, arkadaşlarını her gün aklının kıyılarında dolaştıran ama seslerini duymayı akıl etmeyen, tam unutulduklarını sandıkları anda tesadüfen yeniden görüşüldüğünde araya giren yılları unutup gidenlerdendim. Ve tüm bu özellikler yüzünden pek çok insanın hayatından ve telefon defterinden silinip gitmiş bir addım. Ve yine tüm bu özellikler yüzünden kendi türdeşleri ile hala ve inatla, görüşmeden ama bir gün bile "neden aramıyorsun hayırsız?" cümlesini kurmadan, bir araya geldiğinde tıpkı eski ve daha sık görüşülen günlerdeki gibi kuzu sarması olan dostlukları olanlardandım. Az ve öz, az ve daraltmadan diyenlerdendim kısaca.
Ve üçüncü işaret bir marketin içindeydi. Kitapları karıştırırken birinin kapağında şunu gördüm; "Bu, benim tüm kız arkadaşlarıma hediye ettiğim bir kitaptır." ve kitabın ithaf bölümünde ise şu yazıyordu: "Susan Bowen için, 12.000mil uzaklıktan bile bir sığınak sağladığı için."** Arkadaşlarım olan insanlara sebepsiz hediyeler almayı seviyordum. Ne doğum günü, ne yılbaşı ne de başka birşey olmaksızın. Beklemedikleri anda beklemedikleri şeyler. Ve arkadaşım olan insanlar da aynını yapıyorlardı. Bu söze hiç dökülmemiş bir anlaşma gibiydi. Aslında belki de arkadaşlığın doğası gereğiydi. Birbirini düşünmenin, önemsemenin ve mutlu etmek istemenin küçük sembolleriydi o armağanlar. Ve çok uzakta olan arkadaşlar hep sığınaktılar. Nerede oldukları ve zaman önemli değildi. Beden olarak yanlarında olmak da önemli değildi. Öyle ki bazen varlıklarını anımsamak bile kafiydi.
İnsan 30 yılı devirince hayatta pek çok şeyden olduğu gibi insanlardan da yoruluyor. O 30 küsür yıllık yolda pek çok yalancı tanıyorsun mesela. Çok insan tarafından incitiliyor aptal yerine konuyorsun ya da. Çoğu ilişkinin adını arkadaşlık koyuyorsun ama aslında çok sonra anlıyorsun arkadaşlığın ne demek olduğunu. Çok kolay tanımlanmayacağını, ancak kalpten, sezgiyle hissedileceğini öğreniyorsun sonra. Eğer sağlam bir gözün varsa insan sarrafı oluyorsun. Ve eğer sağlam bir gözünün olduğunun farkındaysan yeni insanlara yeni dostluklara kapatmıyorsun kapılarını. Bu yüzden eski dostlarım var şimdi. Ve yeniler de... Ve onlar tıpkı şarap gibi yıllandıkça demlenip kıymetlenecekler.
Başkalarını bilmem ama benim en kıymetli dostluklarım hep yirmili yaşların sonu ve otuzlu yaşların başından sonra oluştu. Belki de ancak o zaman öğrenmişimdir kimlerle, sürdürülebilir dostluklar kuracağımı. Kim bilir?
NOT: Mim 30 yaş üzeri baylar ve bayanlara gitsin...
* Gündökümü- TOMRİS UYAR- Sayfa: 21
** Ye,Dua Et, Sev- Elizabeth Gilbert
Fotoğraf: www. allposters.com
Bu yazını ayrı sevdim sevgili kedicim.
YanıtlaSilsatırlarının arasında o kadar çok şey buldum ki kendimden..
eline sağlık...
Çok teşekkür ederim Pino'cum...
YanıtlaSilTanımların arasında kalmadan, bağımlı değil, kalpten bağlı dostluklar kurabildiğini biliyordum zaten. Sen de o mahzende yıllanabilenlerdensin. Hiç şaşırmadım yazdıklarına..:)
YanıtlaSilGerçekten güzel bir mimmiş.İnsanın yazmak çin 30 yaş üstü bayan olası geliyor:P:p Bu zamanda kaliteli mim bulmak zor:D
YanıtlaSilElinize sağlık gerçekten. Tüm yazılarınızda olduğu gibi yine düşüncelere daldırıp götüren bir yazı. Ancak bu kez daha da alıp götürdü. Belkide okurken kendi film şeridime sık sık kaydığım için olsa gerek. Gerçekten dostluk, arkadaşlık ilişkilerimizde kriterler ister istemez o kadar değişiyor ki geriye dönüp baktığımızda ya tatlı bir tebessüm ya da dudaklarda beliren bir ufak burukluk ifadesinden başka bir şey kalmıyo geriye. Artan kriterlere ve yaşanmışlığın acı, tatlı öğretilerine uyum sağlayabilipte etrafımızda kalabilenler en büyük teselli oluyor bizlere. İşte onlar, hayatın bu yeni döneminde yoldaş olabilecek dostlar oluyorlar...
YanıtlaSilBu gece bir çok şeyi anımsatan, gözden geçirten bir yazı oldu benim için. Tam manasıyla "flashback" etkisi yaptı diyebilirim... Teşekkür ederim.
Kedi' cik, dostluklari oyle boyle bir sekilde sekteye ugramis bir insanim ben. Uc, kac, kon, goc, kon olmadi bir daha uc goc derken...
YanıtlaSilAma herseye ragmen hala bagimin kopmadigi insanlar var; ilginctir (ya da belki degildir) kalanlar bir zamanlar beraber gecirecek onca zamanimiz varken cok beraber olduklarim degil, tanidiklarim sadece... Tanidigima cok mutlu olduklarim, dostlarim. Bir de hic yuzunu gormeden dost olabildiklerim var ki o tamamen ayri bir konu...
Sevgili Kedi;
YanıtlaSilYazını kendim yazmış gibi hissettim pek çok yerinde (tabii ben yazsam bu kadar güzel olur muydu bilemem:)) Hele ki kedilerle benzerlik kurduğun paragraf... Bağımlı ilişki adamı olmadığın belli ama bağlılığı seviyorsun.
BRAJESHWARİ: Biliyorsun ya sen de; sana bu kadar uzaktan, kalpten bir yakınlık hissediyorum. Sözcüklerinde bulduğum samimiyet mi bilmiyorum bunun nedeni. aslında nedenleri çok da umursayanlardan değilim bilirsin.Nedenlerden çok sezgisel olarak hissettiğim bu yakınlık duygusunu önemsiyorum.
YanıtlaSilUKTURK: Neden mime sınır koyuyoruz o halde? Neden yazmıyorsun sen de? Bence her zaman mimlere bağlı kalınmamalı. Hatta mimin kendisine bağlı kalmamak da bir çeşit mim olmalı :) Ne dersin yazmaya?
TARKAN: O flashback'i kelimelerinden okumak isterdim. Ortaya güzel bir yazı çıkar gibi geliyor bana.
Çok teşekkür ederim...
TURKUAZ DENİZ: Aslında arkadaşlık çok da net tanımlanabilen birşey değil. Kiminle neyi nasıl paylaştığına ve arkadaşlıktan ne beklediğine bağlı biraz da. Bu nedenle kesin sınırları yok. Bazen çok yakında duran aslında uzağında olabiliyor ve bazen de yüzünü bile hiç görmediğin biri sana senin kadar yakın olabiliyor.
BAŞAK: Bağlılık ve bağımlılık konusunda zamanında çok kafa patlatmışımdır Sevgili Başak. Ve nedense çok insan bu ikisini birbirine karıştırır. Oysa arada dağlar kadar fark vardır. Bağımlılık duygusuyla başım hiç hoş olmadı. Bağlılık duygusu ise hep yanıbaşımda durdu. Ve ben bu ikisini birbirinden ayırabilenlerin arkadaşı oldum hep. Ve bu da bana çok şey kattı.
Kedicik,
YanıtlaSilYüreğine sağlık. Ben kedilerin nankör olmadığına inananlardım. Nankör değiller, yağcı olmamaları nankörlükle karıştırılıp, kediciklere büyük haksızlık edilmekte. Asıl bizleriz beklentili ve açgözlü olan, iki yudum su bir lokma ekmek verdik diye onlardan bize kul köle olmalarını beklerken. Kediler zeki, özgüveni gelişmiş yaratıklar.Tıpkı senin gibi. Evet kedilere benziyorsun ama nankörlükle benzeştirme bunu. Kediler gerçek dostlardır. Ne istediklerini bilirler, biraz savunmadalardır o kadar.
Evet 30 yaş sonrası arkadaşlıklar ve dostluklar elekten geçiriliyor. benim geçen yılım bu konuda çok yoğun geçti. Belki de kendimizi tanıdıkça, arkadaşlıklarımızı da bir gözden geçiriyoruz. Bir primerimiz olması gerektiğine inanıyorum: güven, eğlenmek, aynı bakış açısı, vs vs vs. Buna göre kurallarımızı koymalıyız. Ben elektrik olayına inanlardanım, hani birisi ile direkt probleminiz yoktur ama nedense bir türlü olmaz. Adını koyamazsın bazen belki, ama zorlamanın anlamı yoktur. Bazı insanlarla aynı frekansta olursunuz herşey kendiliğinden yürür, bazen kırılırsınız ama çözülür. Benim kriterim karşımdakinin kendinin farkında olması.
Sevgili Kedi;
YanıtlaSilYazına kendi blogumda "haftanın beğenileni" köşesinden link veriyorum. İstemem dersen haber et:)
sevgiler
GUGUK KUŞU: Çok haklısın; kendimizi tanıdıkça arkadaşlıklarımızı gözden geçiriyoruz çünkü arkadaşlıktan ne istediğimizi biliyoruz ve arkadaş olarak ne verebileceğimizi. Ben de inanıyorum elektriğe. Ve var bazı insanlar bir türlü yakın hissedemediğim ama nedenini de bulamadığım. Sanırım söylediğin gibi bu aynı frekansta olmakla ilgili birşey.
YanıtlaSilBAŞAK: Nasıl istemem derim Sevgili Başak. Çok mutlu oldum beğendiğin ve blogunda yer verme inceliği gösterdiğin için. Çok teşekkür ederim.
Dostlarla , arkadaşları ayırmak lazım diye düşünüyorum. Birde bunların arasında olanlar tavşan pisliği gibi ne kokan, ne bulaşanlar.
YanıtlaSilAslında dostluk hakkında kararsız olduğum bir düşünce var 1- Herkesin bir dostu vardır, olabilir. Mesala çok dedikoducu, ağzı bozuk birininde bir dostu olabilir ya da 2 - İnsanın dostu olabilmesi için karşındakini insan olmalı ??? Siz ne düşürsünüz :))
Dostlar ve arkadaşların arasında bir ayrım yapılması gerektiği konusunda hemfikirim. İnsan önceleri sanıyor ki bu ikisi aynı fakat zaman geçtikçe belki de ilişkiler derinleştikçe, yaralar alındıkça ya da ruhlar okşandıkça ayrımı öğreniyor.
YanıtlaSilBen iki insanın dost olabilmesi için temel çekirdeklerinin aynı olması gerektiğine inanıyorum. Özde anlaşıp ayrıntılarda farklılaşabilir insanlar. sanırım o özün aynı olması dostluk için şart.
ahhhh ah... çok derin bir mevzuymuş... ama en çok dikkatimi çeken şey OLAĞANÜSTÜ dürüstlüğünüz oldu... o şekilde yazmak... kolay değil ya böyle kendini bilip dan diye söyleyebilmek... belki de kendini tanıyabilmek daha zordur .... e karışık işler işte... yaşarsın rastlar biri ya seversin arkadaş olursun ya da gıcık kaparsın ya da ya da sırf dekordur o senin hayatında... ama büyüdükçe zihin de çetrefilleşip milyon kılcal damara girip çıkıyor bu saatten sonra da kafa dengi birilerini bulup derin muhabbet zor be kardeşim... o yüzden biraz da genelle genel olmak lazım, ruha iyi geliyor ve tüm memleket arkadaşın oluyor nasıl mı? mesela Hüop usta şunu bir uzatsana ön tarafa, amca saat kaç? teyze gel otur allalla ne işin var ayakta :) gibi...
YanıtlaSil(öteki türlüsünü arama, hiçbiri yok yerinde çünkü onlar da başka birilerini aramak üzere başka yerlere dağılmışlar, geçti gitti hepsi geride kaldı ve bitti be kardeşim :( )
bu konu üzerine zamanında çok kafa patlattım. Neden mi? Çünkü, boğulan daralan tiplerdenim ben. Bazı insanlardan neden daraldığım neden ilişkilerimi sürdürmek istemediğim konusu üzerine düşünürken farkettim ki, arkadaşlarım hep beni sıkboğaz etmeyenlerden seçilmiş. Ben de kimseyi sıkboğaz etmemişim ve yıllarca sürmüş bu yüzden. Küsmeler ve darılmalar olmadan herkesin birbirini olduğu gibi kabul ettiği, yakınlığın sürekli görüşmekle ölçülmediği arkadaşlıklar olmuş bizimkisi.
YanıtlaSilBunu düşünmek hayattan çok yorulanların işi :) Hayat zaten yorucu bir de insanlardan yorulmayalım öyle değil mi:)