İki şey daima birbirine karıştırılır; kibirli olmakla, insanlarla bir arada olmayı istememek. Eğer insanlarla bir arada olmaktan sıkılmış ve bunalmışsanız kibirli yaftası üzerinize yapıştırılır ve siz öldür Allah o yaftadan kurtulamazsınız. Şöyle şeyler duyarsınız mesela "Ha o mu? O katılmaz bize. Burnu havada, kibirlinin tekidir" Ne yazık ki insan kafası şablonlarla çalışır ve tüm emarelerin şablona uyup uymadığına bakmaya zahmet etmez, tek bir uygun nokta bulduğunda yaftası hazırdır.
Kibir nedir? Kibir insanları hor görmektir en basit tanımıyla. Ve şablon şöyle çalışır; ah benimle bir arada olmak istemiyor, o halde kibirli. O şablonun içine belki de şu fikirden biraz enjekte edilse işler gayet yolunda gidecektir. O fikir şudur; birinin bir davranışını kişisel almalı mıyım yoksa o davranış onun kendisiyle mi ilgili? Eğilim genelde kişisel almaktan yanadır. Çünkü ben dahil hepimiz kendimizi dünyanın merkezi sanırız. Aslında bu düşünce pek de yalan değildir çünkü dünyayı ancak kendi algılarımızla biçimlendirir, kendi penceremizden gördüğümüz kadarıyla anlamlandırırız.
Uzun zamandır kendimde bunu değiştirmeye çalışıyorum, olup biteni kişisel almamayı deniyorum. Biri bana terslendiğinde, onun o gün kötü bir gününde olup olmadığı, hasta olup olmadığı, geçmişte biriktirdiği şeylerin o an patlak verip vermediğini düşünüyorum. İlla ki bu zahmetli bir düşünce. Ama en azından kendim için sağlıklı olduğu kanısındayım. Çünkü kendimden yola çıkarak öğrendiğim birşey var; o da çoğu davranış sebebimin karşımdaki kişiye yönelik değil kendi içsel durumumla alakalı olduğu. Ve bence insanları çoğu da bu şekilde yön veriyor davranışlarına.
Şöyle düşünelim; mutlu olduğunuz bir sabah karşısınızdan gelen insanlara dediğiniz "günaydın" ile çaresiz ve gergin hissettiğiniz bir sabah aynı insana dediğiniz "günaydın" aynı mıdır? İlk durumda muhtemelen pırıl pırıl bir gülümseme eşlik eder günaydınınıza, ikincisinde ise zoraki ve gergin bir gülümseme. Keyfiniz yerindeyken kendiniz sokaklara atmak, insanlarla oturup kıkırdamak isterken mutsuz olduğunuzda yatağınızda battaniyelerin altında kaybolup gitmek istersiniz, doğru mu? Sadece mutluluk ve mutsuzlukla sınırlanamaz elbet bizi yöneten duygular; bunun belirsizliği var, çaresizliği var, endişeli bekleyişi var, herşeyden vazgeçmiş ruh hali var, depresyonu var... Var da var yani...
Dün bütün akşam bunun üzerine kafa patlattım. Üzerime yapıştırılıp durulan yaftalardan boğulduğumu hissettiğimden olsa gerek. Bu kibirli yaftasından gerçekten sıkıldım çünkü. Kimseyi hor gördüğüm yok. Derdim sadece minimal bir dünya kurup onun içinde basit yalın bir biçimde huzur içinde yaşamak. Ve ben sürekli bu ikisini birbirine karıştıran ve beni hiç tanımayan insanlara her nedense bunu açıklamak zorunda kalıyorum ki bu fena halde içimi sıkıyor. Sorun; beni iyi tanıyanlarda değil, tanımaya zahmet buyurmayıp ve buna rağmen yaftalamakta sakınca görmeyenlerde. Düşünmekten yorulmuşken şöyle dedim kendime, "neden açıklamakla uğraşıyorum ki?" Sahi neden? Şablonu oluşturmuş bir insan, dahası şablonlarla düşünmeye meyyal bir insan zaten kolay kolay o şablondan vazgeçmez. O halde yaptığım açıklamalar umutsuz bir çabadan başka nedir ki? Açıklama yerine şöyle demeye karar verdim; "Evet kibirliyim" İki kelime uzun tartışmalardan, gereksiz yorgunluklardan kurtaran can simidim... Zira bütün bunlarla uğraşamayacak kadar yorgunum. Varsın öyle bilsinler dedim. Hayatta en karşı olduğum, en büyük ahlaksızlık saydığım şeyi üzerime yapıştırsınlar dedim. Nasılsa öyle değildim o halde sorun neydi? Sonra şunu hatırladım, herkesin dünyayı öküzün boynuzunda bildiği zamanlarda dünya yine enfes masmavi bir küreydi. Öyle di mi?
Resim: Christer Karlstad