Bilgisayarın ekranına boş boş bakarken birden dijital saatin 10.44'den 10.45'e geçtiğini gördüm. Nedenini bilmem ama ürpertti beni. Bu aralar ölüm fikri ile pek bir haşır neşir olmama yordum önce sonra vazgeçtim. Zira ölmekten korktuğum falan yok. Biri ölmekten korkmuyorsa yaşamaktan mı korkuyor demektir? Mümkün. Zira hergün kulağınıza çalınan haberlere bakarsanız kötülük daha fazla. İnsan ne ilginç bir varlık. Bunca olup bitene rağmen hala umutlu, hala mutluluk peşinde. Aksi olsa yaşayabilir miydi ki? Dua ediyor insan, dilekler diliyor, fallara bakıyor, rüyalarını hayra yoruyor. Neden? Bir parçacık umut olsa onu günlerce, aylarca idare eder çünkü. Hayata, geleceğe dair bir parçacık umut nelere kaadir akıl işi değil.
Sadece umut değil elbet bizi ayakta tutan. Bir de inat var ki o daha da güçlü. Bir amaca yoğunlaşıp onu mutlaka elde etmek için uğraşan bir adamın inadını düşünün. sımsıkı tutunur yaşamaya. tırnaklarını geçirir hayatın derisine. Öyle bir inattır onunkisi. Tek sorun amaca ulaştıktan sonra yeni bir amaç edinip edinemeyeceğidir ki eğer yeni bir amaç edinmezse hayatının anlamının kabolduğunu, görevini tamamladığını düşünür ve sıradan bir insandan çok daha mutsuz olur.
Mutluluk demişken dün akşam kendi kendimi "evet mutluyum" derken yakaladım. Ne düşündüm öncesinde, neyi sorguluyordum bilmem ama kızdım. Çünkü mutluluğun sorgulanmaya başladığı anda püf diye söndüğüne inanırım ben. Hem neyi sorgulayacaksın ki? Yaşa git, mutlu zamanlarında olacak, acı çektiğin zamanların da. Toplamı hayat. Saçma sapan sorularla yorma beynini. Hem mutlu muyum sorusu bencilce bir sorudur. Ve insan bencillikten arınmalı. Haksız mıyım?
Evet zaman akıp gidiyor. Geçen dakikaları saymanın bir anlamı yok. Geçiyor gidiyor işte. Üzerinden akıp giden yağmur gibi. O yağmurun altında iki seçeneğin var: Ya yağmurda ıslanan çürüyen birşey olursun ya da o yağmurun damlalarından beslenen, büyüyen, kök salan, meyve veren, gölgesinde birilerini koruyan biri. Dakikaları boşver bunun için. Neyi seçtin ona bak sen.
Resim: Jacob Hendrik Pierneef