H. konuşmuyor. Düşünüp duruyor. Hayal kurmanın nasıl birşey olduğuna kafa patlatıyor olmalı. "Sen benim tanıdığım tek hayal kurmayan insansın" diyorum. O sırada masada oturan ve pek sesi çıkmayan N. söze karışıyor: "Bir de ben varım. Ben de hiç hayal kurmam." B. ile birbirimize bakıyoruz, biz iki hayalperest nasıl olup da bu iki insanın hayal kurmadan sırf gerçeğin içinde yaşabildiklerini anlamaya çabalıyoruz. "Aslında" diyorum "sanırım hayal kuran insanlar gerçekle yetinemeyenler." B. başını sallıyor: "Belki de" diyor "hayaller bize kontrol etme yeteneği veriyor. Düşün, ipler senin elinde herşeyi istediğin gibi yapabilirsin. Hep mutlu sonlar yazabilirsin." Haklı. Başa çıkamadığımız bunca gerçek içinde hayal kurmak bir lütuf gibi diye geçiyor aklımdan. B. aklımdakini söze döküyor; "Bence" diyor "hayal kurmak insana verilmiş en büyük lütuf." H. dudağının kıyısıyla gülümsüyor N.'yi göstererek "Biz ikimiz bu lütuftan mahrum bırakılmışız o halde." Bilemiyorum, emin olamıyorum o anda. Hayal kurmak herkesin becerebileceği bir şey de bazıları kendilerini gerçekçi olmak adına sınırlıyorlar mı, yoksa bazı insanlara özel olarak verilmiş bir armağan mı?
31 Ağustos 2009
HAYALPERESTİN DÖRT KEDİSİ
H. konuşmuyor. Düşünüp duruyor. Hayal kurmanın nasıl birşey olduğuna kafa patlatıyor olmalı. "Sen benim tanıdığım tek hayal kurmayan insansın" diyorum. O sırada masada oturan ve pek sesi çıkmayan N. söze karışıyor: "Bir de ben varım. Ben de hiç hayal kurmam." B. ile birbirimize bakıyoruz, biz iki hayalperest nasıl olup da bu iki insanın hayal kurmadan sırf gerçeğin içinde yaşabildiklerini anlamaya çabalıyoruz. "Aslında" diyorum "sanırım hayal kuran insanlar gerçekle yetinemeyenler." B. başını sallıyor: "Belki de" diyor "hayaller bize kontrol etme yeteneği veriyor. Düşün, ipler senin elinde herşeyi istediğin gibi yapabilirsin. Hep mutlu sonlar yazabilirsin." Haklı. Başa çıkamadığımız bunca gerçek içinde hayal kurmak bir lütuf gibi diye geçiyor aklımdan. B. aklımdakini söze döküyor; "Bence" diyor "hayal kurmak insana verilmiş en büyük lütuf." H. dudağının kıyısıyla gülümsüyor N.'yi göstererek "Biz ikimiz bu lütuftan mahrum bırakılmışız o halde." Bilemiyorum, emin olamıyorum o anda. Hayal kurmak herkesin becerebileceği bir şey de bazıları kendilerini gerçekçi olmak adına sınırlıyorlar mı, yoksa bazı insanlara özel olarak verilmiş bir armağan mı?
27 Ağustos 2009
AYNI AY, AYNI GÜNEŞ
O kadın ya da? Koyu bir gecenin içinde yıldızların altında oturmuş sohbet ederken, ben mandalina ağacının yaprakları arasından sızan ay ışığından gözlerimi alamıyorken ve o dünyanın gamından, kederinden, hayatın kocaman bir dert yumağı olduğundan söz ederken ona tek söz etmeden usul usul yükselen ay ışığını göstersem beni bir aptal sanar mıydı? Dünyanın iliklerine işleyen acıdan haberi olmayan dahası bu acı kendi acısı olmadığı için hiç ama hiç umursamayan bir sersem olduğumu düşünür, hayal kırıklığına uğrar mıydı? Bunu söylemese bile gözlerinin içinden taşar mıydı hayal kırıklığı? Muhtemelen. O yüzden ona ne ay ışığını, ne mandalina yapraklarını göstermedim.
Hem gün ışığını hem ay ışığını, çimleri ve mandalina yapraklarını kendime sakladım. O adam da, kadın da sandılar ki oradayım. Oysa değildim. Gördüklerimle duyduklarımın arasındaki çizgideydim. Sonra o adam da kadın da çizginin diğer tarafında kaldılar ve ben yine bu zamanlara hepten uygunsuz olduğuma karar verdim. Ve dünyanın bir yanında benim gibi uygunsuz olanlar olduğunu, onların hiç bilmediğim kentlerde nefes aldıklarını, uyuduklarını, gülümsediklerini, şarkı söylediklerini ve benimle aynı aya aynı güneşe baktıklarını düşünüp sevindim.
25 Ağustos 2009
YİRMİ ÜÇ YAŞ
Yirmi üç yaş nedir ki? İnsanın her hatasının mazur görüldüğü, dünyayı pek de öyle umursamadan yaşadığı, kederin gölgesinin gözlerine düşmediği bir yaş değilse nedir yirmi üç yaş? Ama bu çocuk öyle değil. Bu, kendisine çocuk denmesine bile bozulan bir çocuk. Bu, bunca zaman yaşamış olduğu herşeyden yorulduğunu, hayallerini kaybettiğini, umudun ise çok eski bir zamanda kaldığını söyleyen bir çocuk. İnanılır gibi değil.
Tek söz etmeden dinledim. Bir boşluk yakalayıp, kederinin haklılığını kanıtlamaya çalışan bu çocuğun tüm düşüncelerini tersine çevirmek için onu dikkatle dinledim. İşinden söz ediyordu. Bunca aptal arasında verdiği emeğin hiç ama hiç işe yaramadığından, takdir edilmeyi bir yana bırak, doğruluğundan yüzde yüz emin olduğu işlerin bile tenkit edildiğinden, her gün burada yavaş yavaş yok olduğundan, dahası işi eve taşıdığından, gece boyu uykusunun yitik olduğundan, uyusa bile rüyalarında olup biteni yeniden yeniden yaşadığından... "Artık hiç beklentim yok hayattan" dedi sonra "hiç birşey değişmeyecek ve ben burada tükenip gideceğim."
Ona hayatıın hiç bir zaman aynı gitmeyeceğinden söz ettim önce ve diğer insanları bu kadar umursamasının doğru olmadığından, yaptığı işin doğruluğundan eminse gerisinin önemli olmadığından, iş dışında başka birşeylerle uğraşırsa, aklını işten uzaklaştırırsa daha mutlu olabileceğinden ve işe yaramayacağından emin olduğum pek çok şeyden...
Daha pek çok şeyden söz ettim ama gözlerine çakılı umutsuzlukta en ufak bir kıpırtı olmadı. Yirmi üç yaşındaki bu umutsuz çocuğu anlıyor ve ona hak veriyordum aslında. Tüm bu sistem içinde çıkış yolu bulamıyor, sevmediği bir işte çalışmak zorunda kalıyor, işi bıraktığında bir daha iş bulmasını olanaksız görüyordu. Ona ne diyebilirdim ki? İşsizlik rakamlarının durmadan arttığı topraklar üzerinde yaşıyorduk biz. Yeteneklerimizin heba edildiği, yeniliğe açık olmayan, yeteneği ve zekayı anlayamayan adamların ağır koltuklarda oturduğu bir ülkenin çocuklarıydık. Hayalleri sadece hayalden ibaret kalan, karaya çıkmayı bırak başını suyun üzerinde tutmaktan karanın güzelliğini keşfedemeyen bir nesildik dahası. Ben ne diyebilirdim bu çocuğa? Ona söylediğim her olumlu söz havada asılı kalmaz mıydı? Kaldı ki inanmadan söylediğim bu cümleler ona ne kadar inandırıcı gelirdi?
"İnsan olmak çok zor abla çok zor" dedi. Başımı salladım. Zordu ya insan olmak. İnsan olarak kalmak hem de çok zordu. "Sen" dedim "sakın kendinden ödün verme. Sakın kolaylaşsın diye başka birine dönüşme. Belki o zaman tüm bu anlamsızlık içinde anlamlı olmuş olur hayatlarımız. Olur mu?"
Fotoğraf: Life
23 Ağustos 2009
SEVGİLİ ÇOCUK
Elbette seçeneklerin iki ile sınırlı değil. Görünmez bir seçenek daha mevcut, ki bunu seçmen tavsiye olunmaz. Çünkü gel-git bir yaşamın ortasında savurulup duracağın garantidir bu seçenekte. Gözlerini kapayıp kuş sesleri ile dolmuşken aklın ve o an cennetin var olduğuna inanırken ani bir gürültüyle gözlerini açmak ve cehennemin ortasında bulmak zorunda kalabilirsin kendini. Birinin başka birinin gırtlağına sarılmasının başka bir adıdır çünkü cehennem. Ya da bir kitabın satırlarında huzur içinde dolaşıyorken gözlerin bir densiz televizyonun düğümesine bastırabilir parmağını. Kelimelerle rakseden beynin tam o an hiç acımadan, gözlerini kırpmadan altı cana kıyan bir adamla sarsılabilir. Cenneti tanımlayan kelimelerin buhar olup uçarken o adama dönüşüverirsin. Neden neden neden neden? diye çıldırmışcasına sorular uçuşabilir gözlerinin önünde ve sebebini ne yapsan ne etsen de bulamazsın. Bir zaman sonra komşu kadın radyoyu açıp seni yeniden cennetine kavuşturabilir, cennet ve cinnet arasındaki o incecik çizgiye bakakalırsın. Radyodan hüzünlü bir şarkı süzülür aşkın varlığına yeniden inanırsın. Bulutlara bakarsın pencereden, bir çift kumruya sonra. Bu kez cennetin eşiğinde durduğuna yemin bile edebilirsin. Gök bu kadar maviyken, toprak bu kadar verimli hangi şaşkın cehennemi görür diye düşünürsün. Sonra bir el ateş eder biri, kumrular telaşla havalanır, hangi balkondaki kadın vuruldu diye düşündüğüne şaşırırsın. Cennet ile cehennem arasındaki o çizgiyi gözyaşlarınla ıslatırsın.
Dedim ya pek tavsiye olunmaz bu üçüncü seçenek. Sonuç olarak cehennemle cennetin ortasında bir hayat hikayesi yazarsın kendine ve olup bitenden hiç birşey anlayamadığın bir sonla noktalanır ömrün. İşte bu yüzden sevgili çocuk sen yine cennet olarak gör dünyayı. Boşver ne derlerse desinler. Mecnun desinler, deli desinler, hayalperest desinler... Öyle gör sen yine de. Kimbilir, belki senin gözlerinden akan coşkulu gözyaşları söndürür bu koca yangını...
22 Ağustos 2009
YOLDA
18 Ağustos 2009
15 DAKİKA
15 Ağustos 2009
KENDİME YENİ BİR BEN LAZIM
13 Ağustos 2009
TOPLAM
11 Ağustos 2009
SEVGİLİ BAYIM
06 Ağustos 2009
HAYALLERİM, AŞKIM VE TEKNEM
05 Ağustos 2009
ÇİÇEK YA DA KAFES, TÜM MESELE BU
04 Ağustos 2009
KATI KÜTLE, ESNEK DAL
Olaylar zaman zaman akla gelmeyecek biçimde ard arda geliyor. Ve bu olayların olacağı daha önceden söylense aşırı tepki vereceğimi düşünen ben, olaylar olduğu vakit sandığımdan çok daha farklı hareket edebilme kaabiliyetine sahip olduğumu şaşkınlıkla görüyorum. Tüm bunların sonunda ise o eski, kesin ve katı fikirleri terkedip daha esnek, olayların akışına göre şekil alıp soğukkanlılıkla herşeyi yoluna koyabilen biri olmaktan memnuniyet duyuyorum. Bütün bunlar nedeniyle son zamanlarda rüzgar çıktığı vakit eğilen bir dal olmanın hayatı kırılmadan, doğru dürüst sürdürebilmek için şart olduğunu düşünüyorum.
Bazıları katılık ve kesinliğin istikrar olduğunu söylerler. Ben aynı fikirde değilim. Çünkü hayat hiç bir zaman elimizdeki kabın şeklini almıyor. Bizim kurallarımıza göre değil kendi kurallarına göre oynuyor. Ve bize o kuralları öğrenmezsek ya da kendi kurallarımızda ısrar edersek neler olacağını attığı şamarlarla gösteriyor.
Ayıp olur diye
Biriyle bir süre sohbet ettiğinizde onun sosyal medyada ne tür hesapları takip ettiğini anlayabiliyorsunuz. Mesela annem, size meyve kabukla...
-
İnstagram'da tatlı tatlı gülümseyen, yüzünde güneşler parlayan gencecik bir kız gördüğümüzde o mutlu genç kızın bir gün biri tarafından ...
-
Hayatım boyunca, başıma bir aksilik geldiğinde, "bu geçerse şöyle yapacağım, böyle yapacağım" şeklinde sözler verip durdum kendime...
-
1-Her daim gülümse (merak etme sahtelik kimsenin umurunda değil) 2-Şaşırdığında gözlerini kocaman açma. Sadece ağzını hafiçe aç, baş ve işa...