
Elleri titremiyor artık. Gözleri öyle her an birini öldürecekmiş gibi de bakmıyor. Cildi bile daha başka. Parlak, satenimsi. Etrafına garip bir huzur saçıyor. Sanki içinde öyle çok ki bu duygu, engellenemez biçimde dışına taşıyor, oradan oturduğu sandalyeye, elini koyduğu masaya, kahve fincanına dahası üzerimize bulaşıyor.
Merhabalaştıktan sonra uzun bir sessizlik oluyor. Ben şaşkınlığımdan o ise sebebini henüz bilemediğim birşeyden sessizce öylece oturuyoruz. Ondan yayılan bu ipeksi huzurdan hoşlandığımı farkediyorum. Onunla böyle, konuşmadan oturmaktan hiç sıkılmayacağımı da... Oysa eskiden böyle miydi? Kendi sıkıntımıza onun öfkesini sarıp sarmalamaktan delicesine kaçardık. Öfkesi öyle yakıcı öyle yıkıcıydı ki çok geçmeden mutlu başlayan bir günü ömrün ziyan olmuş günleri hanesine ekletiverirdi. Oysa şimdi...
Sessizliği bozuyor ve ona nasıl olduğunu soruyorum. Tatlı bir gülümsemeyle "iyiyim" diyor "hem de hiç olmadığım kadar iyi" Ben de gülümsüyorum: "Farkındayım" diyorum. "Farkındayım ve sebebini merak ediyorum." Birşey olmuş ve olan o şey her ne ise onu değiştirmiş, bambaşka birine dönüştürmüş. Susuyor gülümsemekle yetiniyor. Nasıl ve nereden başlayacağını bilemiyor gibi bir hali var. Kahve fincanını masaya bırakıyor. Ona zaman kazandırmak için: "Bir tane daha?" diyorum. Eliyle hayır diyor. Yine susuyoruz. Birileri gelip gidiyor, birşeyler soruyorlar, cevap veriyorum. O ise gülümseyerek bizi izliyor.
Herkes gidince "Nasıl bu kadar değiştiğini gerçekten merak ediyorum." diyorum. "Herşey değişir" diyor gülümseyerek. "Öyle" diyorum "herşey değişir ama senin değişeceğine ihtimal vermiyordum doğrusu." Ellerine bakıyor. Sanki geçmişin kuyusundan birşeyleri bulmaya çalışır gibi. Dalıyor uzun uzun. Öfkesini anımsıyor yüzünü buruşturarak. Ona kaçtığı herşeyi anımsatmışım gibi suçlu hissediyorum kendimi. Konuyu değiştirmek için birşeyler aranıyorum ama bu da kelimelerimi yitirdiğim anlardan biri.
O sırada imdadıma çaycı yetişiyor. Hemen iki çay söylüyorum. Olan biten onu dalgınlığından kurtarıyor. Havadan sudan söz ediyoruz. Ne ben ne de o, konuyu açmıyoruz. Onun hikayesini anlatmak istemediğini farkediyorum. Çaylarımız bitiyor. Sakince kalkıyor yerinden. Uzattığı elini sıkıyorum. Elinin ılıklığının ruhunun ılıklığı olduğunu düşünüyorum tam o an. Ve merak edilecek bir hikaye olmadığını, mutlu sonların bazen hikayelerin kendisinden daha önemli olduğunu...
RESİM: John William Godward