Unutmuşum nasıl olduğunu. Keşke hiç hatırlatmasaydı kendini lakin bu gece geleceği tuttu. Yüzümün sol yanında ince ince gezindikten sonra çene kemiğime, burnuma, elmacık kemiğime sinsi sinsi yayılarak benim ızdırabımı keyifle izlemeye koyuldu. Diş ağrısı böyledir. Sinsidir ve sizin acınızı izlemekten derin bir haz alır. Dilerim asla yollarınız kesişmez de ne demek istediğimi anlayamazsınız.
Dediğim gibi diş ağrısı mendeburun tekidir. Tam yakanızı bıraktığını sanırken ve uykuya dalmaya hazırlanırken korkunç bir Erol Taş kahkahasıyla geri döner ve şöyle der; "Nıhahahahhaha benden bu kadar çabuk kurtulacağını mı sandın?" Ve öyle zalimdir ki, bunu defalarca tekrarlar. Her seferinde çaresizce gitti sanırsınız, rahatlar ve uykunun o sıcak kokusuna teslim olmak istersiniz, ağrısız sızısız uyuduğunuz gecelerin ne büyük nimet olduğunu böyle gecelerde farkedersiniz en çok. Bütün bunları düşünürken şu sözü tekrarlar durursunuz: "İnsanın neresi ağrıyorsa, canı orasındadır." Canınızın şu anda tam olarak dişinizde olduğunu düşünür ve "canı burnunda olmak" deyimiyinin "canı dişinde olmak" şekilinde değiştirilmesi gerektiğini savunur ve kendinizi bu tip saçmalıklarla eğlendirmeye çalışırsınız. Diş ağrısının mizah anlayışı olmadığı için sizin saçma sapan esprilerinize derin bir zonklamayla karşılık vereceğini hatırlar, gülmemeye çalışırsınız. Yüzünüzde çarpık, aptal bir gülümsemeyle otururken birden karanlığın içinde bir müzik yükselir. Dıdın dıııııın dıdın dııııın, dıdıdııt dıdıdıt... "Risin’ up, back on the street, Did my time, took my chances..." Ve Rocky'nin antrenörü bir diş doktoru önlüğüyle karanlığın içinde belirir; "Acı yok kedi acı yok..." der. Oysa acı bal gibi vardır.
Diş ağrısının bir başka özelliği de şudur; size abuk sabuk hayaller gördürür, saçma sapan şeyler düşündürür. Ama hemen hemen hepsi kendisini kıyısından köşesinden içine alan şeylerdir. Mesela, uyuyamayacağınızı anlayıp yataktan kalkar bir ağrı kesici daha alırsınız ve ağrı kesici etkisini gösterene kadar kitap okumaya karar verirsiniz. Kütüphanenizde elinizi attığınız kitabın kapağında şu yazıyordur: "Acının Antroplojisi" En iyi zamanlamadır. Bu kitap ancak bir yerlerin ağrıyorken okunabilir. Elbette onu daha iyi anlamak istiyorsan. Sonra aslında kitap okuma eylemini ağrıyı unutmak için yaptığınızı hatırlar, başka bir kitap alırsınız elinize, bakın şu işe ki kitabın kahramanı bol bol dayak yiyen bir ufaklıktır. Bir sayfada kolu kırılır, başka bir sayfada saçları yanar, bir diğerinde kulağını çeken bir adam yüzünden kulağının arkasında bir yırtık meydana gelir. "Acı her yerde dostum acı her yerde" diye fısıldar diş ağrısı o kırçıl, sinir bozucu sesiyle. "Kes sesini ve çık hayatımdan Allah'ın belası" diye sessizce bağırırsınız, çünkü evdekiler uyuyordur ve onları da o enfes uykularından etmenin alemi yoktur. Siz sessizce bağırsınız fakat diş ağrısı kulağınıza daha da yaklaşarak o alevli soluğunu yüzünüze iyice yayar. Hayır ondan kurtulamayacaksınızdır ve evet bu gece onun gecesidir. Siz bunları düşünürken o çoktan bir şarkının sözlerini bozup kendine göre düzenlemiştir bile; "Bu gece benim gecem, bu geceee benim gecem, köke vuran her acıda seni mahvediyorum, beter ol inşallaaaah..." Allah cezanı versin demek istersiniz ama bu talebin sizin başınıza kara bir karga gibi konacağından korkar susarsınız. Zira diş sizindir, ağrı da öyle.
Sonunda birşeyi farkedersiniz, yataktan kalktığınızda dişiniz ağrımıyordur, uyumaya çalıştığınızda başlıyordur herşey. İşte diş ağrısının zayıf noktası. Tüm gece uyumaz bir zombi gibi dolaşırsanız, ağrı sizinle ilişiğini kesecektir. Tespit doğrudur zira zombilerin bir yerlerinin ağrıdığından şikayet ettklerini görmedim, en azından filmlerdeki zombilerin öyleydiler, gerçek hayatta bir zombi ile henüz müşerref olamadım. Bir vampirle ve bir kurt adamla da öyle. Onlara sorulacak pek çok sorum var bunlardan söz etmek isterdim, beni okuyanlar içerisinde bir vampir, bir kurt adam, bir zombi olur da yıllardır içimi kemiren sorulara yanıt bulur diye ama konumuz bu değil. (Size diş ağrısının insanı saçmalatma gücünden söz etmiş miydim sahi?)
Bütün gece bir Zombi gibi dolandım. Sigara içtim midem bulandı, akşamdan kalmış bayat çayı içtim iyi geldi, Orhan Pamuk'un Nobel röportajını okudum, yazarların konuşmak yerine oturup yazmalarının daha iyi olacağını düşündüm, gerçek yazarların yaptıkları iş üzerine konuşmayı saçma bulmaları gerektiği gibi bir his oluştu içimde. Ama röportajın bazı yerlerini sevdim hatta diş ağrısını bile unuttum o sırada. Sonra yine uyumaya çalıştım. Saatlerin geçişindeki hıza şaşıp kaldım. Güneşin doğuşunu izledim, sabah ezanını dinledim. Ve tekrar uyumayı denedim, ben deneyip dururken güneş iyice yükseldi, ben de umutsuz uyuma çabamı bırakıp kalkıp bunları yazdım.