Çoğu insanın içine kazılmış karamsarlık. Her olayın kötü sonla biteceği, tüm mutlu zamanların sonunda gözyaşı olduğu, geleceğin hep kötü şeyler getireceği ve umutsuzluğun insanın olmazsa olmazı olduğu çoğumuzun içine kazınmış. Bu yüzden "nasılsın?" diyenlere "aman nasıl olayım işte" deyişiyimiz. Yine bu yüzden dertten tasadan oluşmuş adamlar ve kadınlar olarak bu hayatı gittiği yere kadar sürüklemenin adına hayat deyişimiz. Ve elbette bu yüzden kendi hayatlarımızı kurtarmanın en akıllıca yaşam olduğunu sanmalarımız, "aman herkes yapıyor ben yapmışım çok mu?" tarzı cümlelerimiz.
Bizim öykülerimiz mutlu ailelerle başlar mesela. Biz o mutlu ailelerin akıl almaz mutluluğunun hezimetle sonuçlanacağını bilir daha o mutluluk sürerken kaygılanmaya başlarız. Sonra deriz ki; mutluluğun sonu mutlak bir hezimettir. Ne kadar mutlu isek şimdi o kadar acı çekeceğimizin işaretidir. Nazar değer mesela, başkasının gözü kalır mutluluğumuzda ve herşey altüst olur. "Ne yaparız?" deriz öyle bir durumda "nasıl kalkarız altından?" İçkiye mi sığınsak, kendimizi mi vursak yoksa kendimizle birlikte ailemizi de yanımızda götürsek seçeneklerini düşünür dururuz. Çare gitmektir aklımızca. Kimse kalıp savaşmayı tahayyül etmez. Düşmüşsen yeniden kalkmak gibi bir seçenek yoktur çünkü bizim öykülerimizde. Düşmüşsen düşmüşsündür. Maskarasısındır artık herkesin. İnsanlar konuşuyordur arkandan. Seni kıskananlar içten içe gülüyorlardır. Sefilsindir artık. Beklenen olmuştur. Kahırlanıyorsundur, diyorsundur ki; "ben bu hallere düşecek adam mıydım, kadın mıydım?" Hiç aklına gelmiyordur herkesin her an başına birşeyler geleceği. Ve yine hiç aklına gelmiyordur, pek azının başına gelenlerden sağ sağlim çıkacağı. Çünkü sen filmlerde, gazetelerde, öykülerde ve romanlarda kendini vuran adam ve kadınlarla büyümüşsündür. Bu yüzden doğal olan bu sanıyorsundur. Ve kimse sana olduğundan daha güçlü olduğunu söylememiştir. Sen de öyle olup olmadığını sınama zahmetine bile girmemişsindir. Düştüğünde kendine acıma yolunu seçmişsindir ve hiç gösterilmeyeni, gösterilmediği için göz ardı edivermişsindir. Halının altına süpürülmüş toz gibidir umut hayatında. Sen onun orada olduğunu, değerli olduğunu farkedene kadar da orada kalır.
Oysa mutluluktan mutsuzluğa sürüklenmiş adam ve kadınların küllerinden yeniden ve daha güçlü doğduğu hikayeler de mevcuttur bu hayatta. Evet başlarda umutsuzluğa düşerler onlar da, kendilerini içkiye vurur, bir kaç kez ölmeyi ciddi ciddi düşünürler, hatta bazıları denemeye bile kalkarlar, ama ölemeyecek kadar, savaş alanını terketmeyecek kadar gururludur bu adam ve kadınlar. Tüm korkularına rağmen denerler. Titrer elbet elleri, bacakları ama denerler. Olmaz yeniden denerler, bir daha bir daha... Bilirler ki, hayat sana ne vereceği belli olmayan bir ebeveyn gibidir. Ve yine bilirler ki, defalarca düşse defalarca kalkacak güç vardır insanoğlunun bacaklarında. Unutmazlar ki, böyle öğrenir insan hayatı, düşe kalka.
Düşe kalka...
Düşe kalka...
Resim: Albert Joseph Moore