"Giderek babana benziyorsun" diyor annem kardeşime, yüzünde hem sevgi hem özlemle... Kardeşimin yüzüne sevinç gelip yerleşiyor. Biraz sonra o sevinç yerini hüzne bırakıyor. 4 yıl geçti aradan ama hale taze bir acı duruyor hepimizin içinde bir yerde. Bu, baş edilmesi çok zor bir acı.
Kardeşim babamın mezarına gittiğimiz bir günü anımsıyor. "Hani" diyor "toprağı severken, elimi küçük bir akrep sokmuştu, hatırladınız mı?" Başımızı sallııyoruz. O sıcak yaz gününü hatırlıyorum. Ağustos böceklerinin sesini, mezarlığın sessizliğini ve böyle pırıl pırıl bir günde kimsenin ölmemesi gerektiği gibi aptalca birşey düşündüğümü. "İşte" diyor "Elimi akrep soktuğunda, babamdan birşeyler geçti bana" Gülümsüyor annem. Ben de öyle. Bunu biri duysa, hele hele hayatında hiç kimsesi ölmemiş biri duysa kahkahalarla güler diye geçiyor aklımdan. Kardeşim gibi akıllı, mantıklı ve zerre kadar batıl inancı olmayan koca bir adamın ölüm karşısında tutunduğu dala bakıyorum, içim kabarıyor. Tutuyorum ama akıyor gözümden bir damla.
O güne kadar hiç anlatmadığı bir başka hikaye anlatıyor. Babamın ölümünden hemen sonra tek başına oturuyormuş odasında. Babamla konuşuyormuş kendi kendine. Ona ne söylediğini anlatmadı ama muhtemelen o hayattayken onunla daha çok vakit geçiremediği için özür diliyordur. Ben öyle yapmıştım. Ona pişmanlıklarımı anlatıp özür üzerine özür dilemiştim. Belki duyuyordur umuduyla hala konuşurum onunla. Derdimi anlatırım. Güzel birşeyler olunca sevincimi söylerim. Hata yapmışsam nasıl düzelteceğimi sorarım ve daha bir sürü şey... Her neyse, kardeşim yalnız başına otururken bir kuş gelmiş ve pencereye konmuş. Kardeşim kuşa, kuş kardeşime bakakalmışlar. Kuşla konuşmaya başlamış. Nedendir bilinmez kuş kaçmamış. Dinlemiş anlattıklarını. "Babamdı o" dedi. Ne annem ne de ben tutabildik gözümüzde biriken yaşı.
Az önce Kürşat Başar'ın Yaz adlı kitabını okurken tıpkı böyle bir sahne ile karşılaştım. Kadın ölümüne inanmadığı kocasını yıllarca beklemiş ve çocuklarını onu babalarının ölümüne inandırmak için dil dökmüşler. Bir gün bahçede otururken ve yine aynı konuyu konuşurken büyük güzel bir kelebek gelmiş ve annelerinin başının üzerinde uçmuş durmuş. Sonra omzuna daha sonra da eline gelip konmuş. Kadın kelebeği kanatlarından tutmuş, koklamış ve çocuklarına dönüp "ben size demedim mi?" demiş. Onun ölen kocası olduğundan eminmiş çünkü. Çocuklardan biri kardeşinin kolundan tutup "Gel" demiş "Annemin babamla konuşacakları vardır"
Gözlerimden akıyor da akıyor. Bu gözyaşları tam bir karmaşanın ürünü. Özlemek, mahrum olmak, ölüm karşısında mantığını kaybetmek, büyülü masalsı şeylere sığınmak ve daha da ötesi tam bir çaresizlikten oluşan bir karmaşa...Kelebekler, akrepler ve kuşlar... Babalar, anneler ve kardeşler... İnanın bana bu gülünecek birşey değil. Tam aksine acı ve çaresizliğin kalbinin attığı bir yer bu...
Resim: Arantzazu Martinez