Boğulma hissi sadece su yuttuğunuzda ya da biri boğazınızı sıktığında yaşanan bir his değildir. Pek çok şey bu hissi yaşatabilir. Mesela; insan dolu bir otobüste boğuluyor gibi hissedebilirsiniz ya da çok sıkıcı şeyler anlatan adamlar ya da kadınlar karşısında da (ki bu ikincisi bana çok olur)... Veya hayatınız öyle çok dolmuştur ki nefes alınacak tek bir noktası kalmamıştır, işte böyle bir zamanda da boğluyorum sanabilirsiniz. Elbette örnekler çoğaltılabilir; kimsenin sizi anlamaması yüzünden, hak etmediğinizi düşündüğünüz şeyler yaşıyor olmanız yüzünden, yeteneklerinizin saçma sapan bir işte heba oluyor olması yüzünden, sevdiklerinizi kaybetmeniz yüzünden, vazgeçmek zorunda kaldığınız alışkanlıklarınız ve bağımlılıklarınız yüzünden vs...
Ama benim şimdi burada sözünü etmek istediğim başka birşey. Tıklım tıkış doldurulmuş odada, bir mutfakta ya da salonda yaşanan türden bir boğulmadan söz etmek istiyorum. Kimi böyle odaları sever. Kimi de benim gibi az eşyalı, hareket alanı bol olan odaları. Böyle odaları, evleri sevmeme rağmen hiçbir zaman evimi, odaları bu halde tutmayı başaramadım. Bunun pek çok sebebi var elbette. "Aman dursun lazım olur"dan "aaaa bu olmazsa hayatta olmaz"a kadar pek çok bahane sıralamak mümkün.
Benim odam ciddi ve korkunç bir kalabalığa sahip. Hayatı sadeleştirmek gerektiğine, bunu yaparken işe önce etrafımdan başlamanın doğru olduğuna ve eğer bu sadeleşmeyi başarırsam zihnimdeki kaosun duracağına inanmaya başladığımdan beri odada duran her eşyayı "gerekli mi?", "değil mi?" diye sorgulamaya başladım. Ve bunu yaparken farkettim ki eşya bana hizmet etmiyor ben ona ediyorum. Ne saçmalık. İnsan rahat etmek için kullandığı eşyanın bir süre sonra kölesi oluyor.
Örnek; cep telefonu istiyorsun. Tamam var bir tane ama sen şöyle daha afilli olanından istiyorsun. İyi tamam aldın. Başladı mı taksitlerin? Başladı. Aylarca onu ödeyeceksin. Çok pahalıya aldın ya, "aman birşey olmasın" diye üzerine düşeceksin, sen sakındıkça gözüne çöp batacak, telefonun bozulacak. Hay Allah taksitleri tam da bitmişti. Tamirciye gideceksin. Yapıldı herşey iyi. Biraz fazla para verdin ya, neyse artık. Sen sakınacaksın yine telefonunu gözünden ama bu afili telefonu gören başka gözlerde olacak. Sonra bir bakmışsın hooop biri atıvermiş cebine telefonunu. Neyse zaten bir üst modeli çıkmıştı. Aman diyeceksin madem çalındı bir üst modelini alayım. Herşey sil baştan başlayacak. Bu kez ne çalınacak ne de bozulacak. Sadece senin içindeki şeytan rahat durmayacak. Televizyon reklamlarındaki o afili telefon rüyalarına girecek. Daha diğerinin taksitlerini bitirmeden bu kez gidip onu alacaksın. Cebinde yeni telefonun, çekmecende eski telefonlar mezarlığı evin dolacak da dolacak. (Bu kesinlikle ben değilim.)
Başka örnek; Okumayı çok seviyorsun. Bu harika. Hele böyle bir ülkede alnından öpülecek birisin. Ama şu haline bak daha diğerlerini okumadan almış da almışsın kitapları, tıkmışsın odana. Hangi dolabı açsan kafana kitaplar dökülüyor. Ne kabalık, ne gereksizlik. Üstüne üstlük sırf merak ettiğin için aldığın ama asla okumayacağını bildiğin kitaplar bile var raflarında. Bakıp bakıp bu kalabalıktan yılacaksın. İşi gücü bırakıp kendini okumaya versen bile ömrünün onları bitirmeye yetmeyeceğini kesinlikle bileceksin. Sonra hangisini okusam kararsızlığı içinde geçirdiğin zamanları toplasan Karamazov Kardeşler, Savaş ve Barış, Teneke Trampet ve daha bunlar gibi pek çok tuğla kitabı bitirebileceğini farkedip kendine sırf bu saçma kararsızlık yüzünden sinir olacaksın. Üç beş kitabı dönüp dolaşıp okuyan adam ve kadınlar olduğunu bileceksin ve bu insanların aslında belki de en doğrusunu yapıp yapmadıkları üzerine kafa yoracaksın. (Bu kesinlikle benim)
Bir de alıp giymediğin giysiler, ayakkabılar var elbette. Bunlara baktıkça iyice çileden çıkacaksın. Reklam dünyasının insanları nasıl etkisi altına aldığını bildiğin halde, bazı zamanlar seni tüm şeytanlığı ile nasıl baştan çıkarmış olduğuna şaşacaksın. İçinden odada ne varsa hepsini bahçeye fırlatıp bir güzel yakmak geçecek. Bir kaç eşya ile idare ederim elbet diyeceksin. Eşyanın nasıl da kölesi olduğunu görüp bir güzel küfredeceksin. Onları katlamak, düzenlemek, ayırmak, temizlemek, bozulan yerlerini tamir etmekle geçirdiğin zamanları düşüneceksin. (Bu da bir ölçüde benim.)
Sonra odaya bakıp hayaller kuracaksın. Bir sandalye, küçük bir masa, on onbeş kitap (okunulup başkaları ile değiş tokuş yapılabilir. Çok sevilen bir iki tanesi saklanabilir.), kalınca bir defter, bir kurşun, bir tükenmez kalem, bir kaç parça giysi, bir iki ayakkabı, bir yatak, küçük bir halı ve bolca boşluk. Biblo yok, yapay çiçek kesinlikle yok, çerçeve yok, gazete kesikleri yok, fotoğraf belki bir tanecik. Daha fazla değil. Daha fazla değil...
Fotoğraf: home-designing.com