Kahvengi ve kırmızı. Toprakla kan. Biri hayatı büyütür içinde. Diğeri ölümün noktası. Sen bunları hiç görmedin. Ben sana bakarken, sen gülümseyişine baktığımı sanırken, kazağına bakıp bunları düşünüyordum. Gülünce bir çizgi gibi oluyordu gözlerin. Sesin tıpkı yağmurun sesi gibiydi. Ve ben bunları düşünüyordum. Sen aklımda toprak, kan ve yağmur oluyordun. Bu yüzden ne zaman yağmur yağsa, toprak buram buram koksa, ben bunlardan büyülenirken bıçak marul yerine elimi kesse her yan sen oluyordun. Ben aslında her yan sen olsun diye binlerce onbinlerce hikaye yazıyordum. Sabah perdeleri açınca yüzüme ilk sen vur diye güneş ol istiyordum. Sonra yıldızların altında oturuyor hiç duyamayacağın şiirler okuyordum sana. Sen o şiirlerin her harfiyle göklere yükseliyor binlerce ışıktan oluşmuş bir yüz oluyordun. Susuyordum o zaman ben. Susuyor ve sana bakıyordum. Pişman oluyordum sana söylemediklerimden. Ve yine bin pişman oluyordum söylediklerimden. Hangisi daha kötü diye düşünüyordum. Sonra boşver diyordum. Yaşanıp bitmedi ya. Sürüyor hala diyordum. Oysa ne senin sonundan ne kendi sonumdan hiç emin olamıyordum. Birimizin birden bire hayata el sallayıp arkasını dönüp gidebileceği fikrinden ölesiye kaçıyordum. Hayata ne kadar inanıyorsam ölümü o kadar yalanlıyordum. Ben ağaçlara bakmayı yeğliyordum köklere değil ve ben kuşlara bakmayı yeğliyordum solucanlara değil. Hep unutuyordum o kök olmayınca yaprakların olmayacağını. İnatla ısrarla unutuyordum solucanlar olmazsa kuşların açlıktan öleceğini. Hayatın toprağının altına giremiyordum bir türlü. O toprağın üzerinde bile zar zor ayakta dururken bir de bununla uğraşamam diyordum. Tembelin üşengecin tekiydim ya bıkmadan usanmadan seni düşünüyor da düşünüyordum. Sana baktıkça var olduğumdan emin oluyordum. Bu parmaklar diyordum benim. Ayaklarım var bir de. Gözler ve kulaklarım da öyle. Vallahi de billahi de varım diyordum. Yoksa onu nasıl böyle uzaktan uzağa sarıp sarmalarcasına sevebilirim. Kendi başına toprak üzerinde duran bedensiz bir kalp değilsem eğer bu nasıl mümkün olabilir. İşte ben sana sen kimbilir nerelerde ne yaparken bunları yazıp duruyordum. Kendi kendime gelin güvey olmadan, seni bu satırların tek birinden bile haberdar etmeden, hatta bütün bencilliğimle bunların hepsini kendime saklayarak yazıyor da yazıyordum. Seni gökkubbe gibi kabul ediyordum. Ona nasıl "in aşağıya da saçlarımı okşa" demezsen ben de senden hiçbir şey beklemiyordum. Öylece orada dur yeter diyordum. Yalan da söylemiyordum.İşte ben ardından böyle işler çeviriyordum. Hiç ama hiç belli etmiyordum. Belli edersem tüm yıldızlar beni koyup giderler biliyordum. Sabahları mavi gök kirli bir griye döner biliyordum. O yüzden ben ve sözcüklerim saklanıyorduk. Bizi bulmanı istemiyorduk. Sense sobelemek için her yanı arıyordun. Ama biz çok iyi saklanıyorduk. Tam bulduğunu sandığın anda toprak altından sıvışıyorduk. Kıskıs gülüyorduk. Sense önce kızıyor sonra üzülüyordun. Sana bu yüzden göz kırpıyordum. Sen bu yüzden şaşırıyordun.
-dum. -dun. -duk.
Artık geçmiş zamanda değiliz. Ben artık saklanmıyorum. Yoruldum. Peki sen? Sen de yorgun musun?
Fotoğraf: Life
hmmmm!
YanıtlaSilçok güzel, aydan atlayan kedi. yorulmadan başlamak lazım.
sevgiler çok.
Teşekkür ederim Sevgili Peri.
YanıtlaSilSevgiler benden de çok çok...
emre aydın diyor ya; beni sevmediğin zamanlarda alıştım susmaya.. diye. işte öyle alışıyor insan ölece durup sevmeye. beklentisiz...
YanıtlaSilzor..
acı..
yapacak bişey yok ne yazık ki..
eline sağlık güzel bir yazı olmuş...
Teşekkür ederim :)
YanıtlaSilBazen davranışlar ne kadar yetersiz kalıyor hissettiklerimizi yansıtmamıza.
YanıtlaSilÇok güzel olmuş yazı,çok beğendim.
Çok teşekkür ederim :)
YanıtlaSilselam ederim..
YanıtlaSilbu fotoğraf hangi filme ait ve bu gibi fotoğrafların menşei olan life neresi?
fotoğraf hangi filme ait bilmiyorum ama fotoğrafı Life dergisinden aldım.
YanıtlaSilbu hızlı gelen cevap için müteşekkirim..sevgiler..
YanıtlaSilFilmi bilseydim belki gerçekten yardımım olurdu ama ne yazık ki bilemiyorum :)
YanıtlaSil