Tak tuk tak tuk tak tuk...
Odaya girdiğimde herkes gülmeye başladı. Topuk seslerinden tanımışlar. Güldüm. O kadar gürültü çıkarmak istemiyordum ama ayakkabılarla başım ciddi biçimde dertteydi. Bir türlü aramızda bütünlük oluşturamıyorduk onlarla. Kiminin sağ teki ayağımı sıkarken sol teki ayağımdan çıkıyor, kimi inatçı bir sertliğe sahip oluyor ve inadından bir türlü vazgeçmeden parmaklarıma zulmediyor, kimi tıpkı çıplak ayakla yürüyormuşum gibi alçak oluyor, kimi her an yere kapaklanmakla beni tehdit edercesine yüksek geliyordu.
Buçuklu bir ayakmış benimkisi. Biri öyle yorumladı. Mümkündü elbet. Bir başkası şık ayakkabıların asla rahat olamayacağını mutlaka şıklıkla rahatlık arasında bir seçim yapılmak zorunda olduğunu savundu. Ben güldüm. "Gülme" dedi beriki. Haklıydı. Haklı oluşunu gülümseyerek onayladığını farketmedi. Bu kez de buna güldüm. Yine gülme dedi. Bu kez gülmedim. Çünkü gülersem bu sonsuza dek böyle gider diye korktum.
Biz ayakkabılardan konuşurken birden herkesin ayaklarını öne uzatmış, ayakkabılarına bakarak konuştuğunu farkettim. Bunu benden başka farkeden olmamış olmalı ki kimse duruma gülmedi. Az önce güldüğüm için bana terslenen "ne kadar alaycısın" diye bir güzel fırçaladı beni. Alaycı olmadığımı söylemedim bile. Savunma yapmaktan nefret ederim savunma yapmak yerine gülmeyi ve bu gülümsemeyi insanların yorumlayış biçimini izlemeyi daha çok severim. Ama bu kez öyle yapmadım. Çok fazla gülümsemiştim. Ve biraz daha devam edersem işin suyu çıkacaktı. "Öyle mi? Hiç farkında değilim." demekle yetindim. Kimse birşey demedi, konuda kapandı gitti. Zaten konu benim alaycılığı değil ayakkabılardı.
Herkes ayaklarını masanın altına çekti. Ayakkabılarını, almak için hayalini kurduğu ayakkabıları, ayakkabılar hakkındaki fikirlerini de ayakları ile birlikte masanın altına bir yere.. Benim aklıma başka ayakkabılar geldi. Yerde cansız yatan tanımadığım bir adamın delik ayakkabısı ve bir sedyede cansız yatan canımdan çok sevdiğim bir adamın telaşla hastaneye getirilirken bir yerlerde düşmüş ayakkabısı...
Resim: Van Gogh
Uff Kedicim, son üç satır içime oturdu...
YanıtlaSilArjantin'de Plazo de Mayo anneleri diktatörlük tarafından kaybedilen çocuklarını ayakkabılarıyla aradılar. Ben küçükken alınmış ayakkabımın tekini köpek götürmüştü. Uzun süre tek ayakkabıyı saklamıştım.Bir de aklıma flamenko geliyor ve kırmızı ayakkabıları Vincent Gallo'nun Buffalo 66 adlı filmiinde ayagından çıkarmadığı...
YanıtlaSilCanım, yazının başlığını gördüğümde ilk düşündüğüm son satırlardakilerdi. Herkes başka türlü okuyor olmalı işte duyduğunu, gördüğünü, işittiğini.. "Fiziksel" olarak cız etti kalbim.
YanıtlaSilchristian louboutin var bir de burada olsa oto sanayi sitesine gönderilirdi ama o okul başarısızlığına aldırmayıp 16 yaşında ilk tasarımlarını yapmış, biraz fetiş nesneler olsalar da..
YanıtlaSilAklıma çocukken içimden kırmızı olmalarını istediğim lakin hep siyah rugan(ki onlarıda çok severdim)alınan bayram ayakkabılarım geldi.Tebessümle, sevgiyle kalın...
YanıtlaSilİçim cız etti yahu.. :(
YanıtlaSilŞıklıkla rahatlık arasında seçim bence de çok doğru ve ben rahat olanı seçtim genelde.
YanıtlaSilSon cümlelerin beni de vurdu kediciğim...
Çok güzel bir yazıydı önce bunu söylemeli unutmadan.Sonra o delik ayakkabılar yüzümüze vurulan bir ayıp gibi alaycı gülüyorlardı sanki bize.Kaybına ise içim burkuldu diyecek bir söz yok oysa.
YanıtlaSilAma sonunda benim de aklıma üzülmekten kaçmak için yaz tatili dönüşünde mola yerinde arabanın açılan kapısından düşen ayakkabımın teki geldi.
ilginç, ironik ve duyarlı...
YanıtlaSilSonunda garip oldum:S güzel bi yazı olmus
YanıtlaSilBir de ayaklar sınıfsal anlam kazınır, aşağılama, haddini bil lafzına dönüşür. Ayaktakımı, ayaklar baş olmaz vb. oysa tarihi ve tarihin diyalektiğini baş aşağı çevirmek gerekir,cennette kökü yukarıda ağaç varsa, yeryüzünde de ayaklar, dünyanın yükünü taşıyorsa baş aşağı değişir herşey ayaklar için.
YanıtlaSilNobokov ve Van Gogh.. bu günkü yazında cabası..çok güzel..yoruma açık..
YanıtlaSilLEYLAK DALI: Hayat be Leylağım, acıyla tatlıyla hayat...
YanıtlaSilADSIZ: Ayakkabının ne çok çağrışımları var öyle di mi?
ZUİHİTSU:Bilirsin beni sen can arkadaşım. Ne derken aslında ne demek istediğimi...
ADSIZ: Çağrışımlara devam :)
NEHİRE: Benim kırmızı ruganlarım vardı çocukken. Şimdi ise siyah ruganlar :)
VİŞNE ÇÜRÜĞÜ: Hayat...
ÖZLEM: Ben hep ikisi arasında kaldım :)
RUHGEZGİNİ: Çok teşekkür ederim :) Dileyelim ki ayakkabılara dair anılarımız hep gülümsetecek anılar olsun.
DEEPBLUEEAGLE: Teşekkür ederim :)
PEMBEESİNTİ: Çok teşekkür ederim. :)
ADSIZ: "cennette kökü yukarıda ağaç varsa, yeryüzünde de ayaklar, dünyanın yükünü taşıyorsa baş aşağı değişir herşey ayaklar için." Bunu sevdim.
CRAZYWOMENROSEMARY: Çok teşekkür ederim :)