Geçen akşam küçük bir musiki derneğinin konserine gittim. Davetiyedeki repertuar çok ilginçti. Sezen Aksu'dan Orhan Gencebay'a, Tanju Okan'dan Barış Manço'ya, sanat müziğinden türkülere kadar on yedi şarkı. Tıklım tıklım salonda arka sıradan bir öndeki sıranın kenar koltuğuna oturduğumda (ders1: Eğer iç taraftaki sıralar henüz dolmamışsa asla en kenardaki koltuğa oturma.) saat sekiz on beşti. Konser davetiyede yazdığı üzere sekiz buçukta başladı. Davetiyede ayrıca şunlar yazıyordu; Lütfen küçük çocuk getirmeyiniz ve yine lütfen cep telefonlarınızı kapalı tutunuz.(Ders2: Davetiyede yazıyor diye bu kurallara uyulacağı yanılgısına kapılma) Benim okur-yazar ve okuduğunu umursamaz yurdum insanım bunlara uydu mu? Elbette hayır. Komik olmayınız lütfen. Bilirsiniz bu ülkede sanat, sanatçı gibi kelimeleri duyunca saygıyla ceketini ilikleyen bir kaç aklı başında adam varsa, "onlar beni keyiflendirmek için varlar, ne saygısı" diye düşünen kocaman bir salaklar topluluğu var. Ve ne yazık ki o salaklar topluluğunun üyelerinin çoğu ne yazık ki o gece oradaydı.
Koro adet olduğu üzere "Safalar getirdiniz safa geldiniz dostlar" şarkısıyla başladı. Şarkıyı bilenler şarkının girişinin insanın kanını damarlarında hop oturtup hop kaldıran bir müziğe sahip olduğunu anımsayacaklardır. Ben de hop oturup hop kalktım ama şarkıdan değil. Sıranın en kenarında oturma şanssızlığından. Çünkü koca popolu bir hanımefendi, eski zamanlarda muhtemelen bir basketbolcu olan eşi ile birlikte ayaklarımıza basa basa yerlerine geçtiler. Onları tüm ailesini konsere getirme keyfiyle şişinen badem bıyıklı bir amca ve boy boy çocukları, elbisesinin yaldır yaldır pulları o geçerken tüm sıra boyunca oturanların saçına, burnuna, yüzüne gözüne yapışan kendi çapında kokoş eşi takip etti. Sonra üç silahşörler geldiler. Aynı boy ve aynı tipte, üniversite öğrencisi olduklarını sandığım üç genç adam. Bu sırada arka sırada daha yeni konuşmaya başlayan ve konuşmanın büyük bir marifet olduğunu sanan bir yumurcak aklına gelen herşeyi söylemekle meşguldü. Şarkıyı ancak şu şekilde dinleyebildim, safalar getirdiniz safa geldiniz dostlar, annaaaaaa şu neeee, kalbe revnak verdiniiiiiiiz, biliyo musuuun benim oyuncağıııım vaaaar.
İkinci şarkıya geçildiğinde bu azabın bittiğini sanma gafletine düştüm. Lakin saat daha erkendi. Hiç bir zaman bir yere zamanında gidemeyen canıııım yurdum insanı davranışları gayet normalmiş gibi salona akmaya devam ediyordu. Yer kalmadığı için oraya buraya dikiliyor, kimi cep telefonuyla konuşuyor, kimi müziği bastırmak istercesine bağıra çağıra konuşuyor ve solistlerin saçı başı elbiseleri hakkında saçma sapan yorumlar yapıyorlardı. Galiba kimse bunun bir konser olduğunun farkında değildi. Şov izlemeye alışmış bu adam ve kadınlar dinlemeye değil de görmeye gelmiş gibiydiler.
Belki inanmayacaksınız ama onuncu şarkıya gelindiğinde hala salona girenler vardı. Evlerinin salonlarına, mutfaklarına nasıl terliklerini sürüye sürüye giriyorlarsa aynen o rahatlık içinde girdiler salona. En arka sırada oturmanın rahatlığıya sohbetlerine ara verme gereği duymadılar. İşin ilginç yanı yanlarında çekirdek getirmemişlerdi. Bunu çok garipsedim. Bu açık hava sineması modeli insanların çekirdeksiz gelmeleri çok tuhaftı. Allah'tan bir tanesi arada sırada patlatıp durduğu sakızla gelmişti de kafamdaki modele az çok oturdu.
Konser sonunda müzikle rahatlamak gibi bir hayal kuran sersem kafam eskisinden de sersemlemiş bir halde salondan ayrıldı. Patlayan sakızlar, saçma sapan sohbetler, cep telefonu sesleri, çocuk vıcırtıları arasında bir iki nota kaldıysa kaldı aklmında. Hani bir köşe yazarı sorar ya yazısının sonunda "ne zaman adam oluruz?" diye. Ben hemen yanıt vereyim. HİÇBİR ZAMAN...
Not: Büyük Türk düşünürü Serdar Ortaç bir şakısında ne de güzel ifade eder bunu: "Kafayı takmam, sonuna bakmam ben adam olmam." Bu şarkımızda nerede nasıl davranacağını bilmeyen ve adam olmaya niyeti olmayan yurdum salağına gelsin.
Fotoğraf: Ara Güler
Ben Aspendos Açık Hava Tiyatro'sunda konser saatini beklerken piknik tüpünü yakıp düdüklüde tavuk haşlayan bir aile görmüştüm ve galiba bizim ülke yabancılardaki potansiyeli de açığa çıkarıyor. Aynı yerde "Damdaki Kemancı" müzikalini izlerken de bir grup Almandan biri ayağa kalkıp naralar atmış elindeki bira şişesini sağa sola fışkırtmış, arkadaşlarının ve çevrenin tüm ikazına rağmen de susturmak mümkün olmamıştı. Sonuç; Sanat bazı insanlara birkaç beden büyük geliyor.
YanıtlaSilPaylaşmayı bilen insanlar değiliz, sessizliğe saygımız yok. Konser filan izlemek sinir bozucu işler en son bir Sezen Aksu konserinden seyircinin almış başını gitmişliğinden bunalıp çıkmıştım. Anlara da senfoni orkestrasını izlerken ayakları ile tempo tutaan mırıldanıp müziğe eşlik eden hayvanlar var. Bunlarla bir arada müzikten zevk almak mümkün değil.
YanıtlaSilNe kötü ama toplumlar sanata verdikleri değerle ve sanattan anladıkları ölçüde bir yerlere geliyor, yazık yurdum insanına ...
YanıtlaSilyazın bana "açık havada kuğu gölü balesi" seyretme gafletimi hatırlattı. bir ara, bu durumu köşe yazısında kaleme almış arkadaşımın kelimelerini bloga taşıyarak ben de paylaşmalıyım.
YanıtlaSilLEYLAK DALI: Senin gördüklerin benimkinden daha fenaymış Leylak Dalı'm :)
YanıtlaSilVLADİMİR: En iyisi odanda tek başına dinlenen müzik diyorsun yani ki ben de aynı fikirdeyim.
ÖZLEM: Aslına bakarsan insanın önce kendine, sonra başkalarına saygısı olması lazım ki sanata saygısı olsun...
EVREN: Bence de bunları paylaşmak lazım ki bu hatayı yapanlar hasbelkader okurlar da belki diğerlerinin nasıl sinirini bozduklarını farkedereler.
Bunu ukalalık olarak niteleme, yada ülkeme karşı saygısızlık olarak da ama bazen bu insanlar Türkse ben neyim, ben Türksem, bunlar ne.... geçen hafta tatildeydim...gördüklerime inanamadım. ve kaçmak istedim, gözlerimi yummak, kulaklarımı tıkamak istedim......
YanıtlaSilama
heryerdeydiler......
Atatürk;
YanıtlaSil“Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki fennin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.” veya
“Güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim. Bu yapılmaktadır. Ancak bunda en çabuk, en önde götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir.”
“Güzel sanatlara da alakanızı yeniden canlandırmak isterim. Ankara’da bir Konservatuvar ve Temsil Akademisi kurulmakta olmasını zikretmek, benim için bir hazdır. Güzel Sanatların her şubesi için Kamutay’ın göstereceği alaka ve emek, milletin insani ve medeni hayatı ve çalışkanlık veriminin artması için çok etkilidir.” demiştir.
Başka biri sanat için ucube diyebiliyor, yine başka bir manyak sanatın içine tükürebiliyor. O konserde karşılaştığınız yontulmamışlar, tüküren lâma'lara ve ucubiklere tapıyor. Yaşayışları onların kopyası.Maalesef bunu engellemenin artık bir yolu yok.
“Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz… Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Fakat sanatkar olamazsınız.” diyen büyük adamın söylediklerinin bir kelimesini bile anlayamazlar.