İnsan aklını kurcalayan ne varsa, sanki parmağı, gözü, kolu, kulağı gibi gittiği her yere onu da beraberinde götürüyor. Nasıl parmağını kesip atamazsa, nasıl gözünü oyup çıkaramazsa aklındakileri de atamam sanıyor. "Tebdili mekanda ferahlık vardır" deyip bahçeye atsa kendini, daha kendisi o beyaz plastik sandalyeye oturmadan aklındakiler oturuyor oraya. Sonra savaş başlıyor. "Git" diyorsun "gitmem de gitmem" diye direniyor o saçma sapan düşünceler. Mavi bir gök uzanıyor üzerinde, sen onun gözünün içine baka baka kara bulutları kaldıramıyorsun aranızdan. Sonra hiç görmediğin sapsarı bir kelebek konuyor mandalina ağacının yaprağına. Yalvar yakar oluyorsun o kelebeğe takılıp da gitmek için ama onun bir günlük ömrüne yazık etmekten korkuyorsun. Sonra daha o bir buçuk yaşındaki yumurcak dizlerinin dibinde sanki gökten düşmüş gibi peydah oluyor, onun kahverengi buklelerine doluyorsun parmaklarını. O ufaklık ellerinden tutuyor, sana arıları gösteriyor, sonra çiçekleri bir de koşup kaçan kediyi. Her birinin adını tuhaf bir dilde, daha da tuhaf bir heyecanla söylüyor. Onun yanaklarını kokluyorsun sırf heyecanı sana bulaşsın diye, başka birşeye, çok eskiden olduğun birşeye dönüşesin diye. Olmuyor olamıyor. İçindeki o inatçı kedere lanetler ediyorsun. Bir çocuk bile alamazsa insanın kederini ne alır ki diye düşünüyorsun.
Telefon sesinden korkuyorsun artık. Öyle çok kötü haberler aldın ki o ses tüylerini diken diken ediyor. H.'yi düşünüyorsun. Babasının iyi olması için binbir dilek yolluyorsun. Korkuyorsun ama. Hem de ne biçim korkuyorsun. Gazetelere bakmaktan korkuyorsun, televizyona bakmaktan, radyodaki haberlerden herşeyden ama herşeyden korkuyorsun. Öyle ki tüm bunlarla haşır neşir olduğunda cehennemin göbeğinde yaşıyorum sanıyorsun. Yanından geçen her adamın katil olabileceğini düşünüyorsun mesela. Kocaman elleri olanların kaç ağız burun kırdığını hesaplamaya çalışıyorsun. Sonra bu saçma sapan düşüncelerinden utanıyorsun. İnsanın kötülüğe iyilikten fazla inanıyor olmasının aklı yavaştan yavaştan yitirmenin göstergesi sayıyorsun.
Tüm bunlardan arınmak için çıktın oysa sen bahçeye. Sanki dünyada gökyüzünden, arılardan ve kuşlardan, çiçeklerden ve ağaçlardan, şu ufacık çocuktan başka birşey yokmuş gibi düşünmek için çıktın. Kendine bir saatliğine de olsa bu yalanı söylemek istedin. Aklını bu yalana inandırıp rahatlatmak istedin. Şu ufaklığın habersizliğini azcık tatmak istedin. Özledin çünkü öyle olmayı. Yoruldun çünkü herşeyi taşımaya çalışmaktan. Dünya peşini bırakmaz adamın değil mi? Sahi bırakmaz mı?
Resim: Philip Leslie Hale
bırakmaz ki... sen dünyanı aklın ve yüreğin eyledikçe, bırakmaz peşini, sen nereye o oraya.
YanıtlaSilSanki birisi içimden geçenleri okuyup kağıda dökmüş, demekki insanlar içinde benzer alemler yaşatıyor.Harikasın.
YanıtlaSilgerçekten bir çocuk bile alamazsa insanın kederini ne alır?
YanıtlaSilbazılarının peşini kaderi bırakmıyor ne yazık ki. insan kaderini kendisi mi çizer onu da ben bilmiyorum...
Bırakmıoyr da beyin de bıraktırtmıyor aslında bana göre :)
YanıtlaSilEVREN: Bırakmaz ama bazen onu unutmak aklı dinlendirmek gerekiyor. Ama bu nasıl yapılır bilemiyorum.
YanıtlaSilM.YURTTAŞ: Çoğumuzun derdi aynı,kafamızı bir türlü boşaltamamak. Çok teşekkür ederim.
GEREKSİZ ADAM: Bence insan kendisi çiziyor kaderini. İnsan olmak sırf verilen rolü yerine getirmek olamaz öyle değil mi?
ÖZLEM: O halde beyni yeniden eğitmek gerekiyor.