Kitapçının raflarından birinin önünde, elimde Jean Paul Sartre'ın Bulantı'sıyla duruyorum. Bulantı'dan ne kastettiğini tam olarak bilmiyorum. Bu yüzden kendi bulantımı düşünüyorum. Bu hafta insanlığın haline bakarken hissettiğim şeyin adı bu. Bu zamana kadar hiç böyle bakmadım onlara. Halleri komedi ve dram karışımıydı. Oysa şimdi içim ezilerek bakıyorum. Geçen haftaki çıplak ayaklı çocuk mesela. İki yaşında var yok. Sarı saçlı, tombul ayaklı, pasaklı ve çok ama çok tatlı bir çocuktan söz ediyorum. Z. ile bahçede otururken önümüzden annesi ile geçen çocuğun ayaklarına bakakalmıştık. Z. dayanamadı, "Ayakkabıları yok mu bu çocuğun?" diye sordu. Annesi bize dönünce çocuk da dönüp gülümsedi. Kim olsa içi ezilirdi o gülümsemeye. Sefaletin, yokluğun, acının farkında olmadan hala gülümseyebilen yegane canlıdır çocuklar. Ve bu yüzden de ne zaman gülümsese böyle bir çocuk içinizden bir cenehhem alevi geçip yakar kalbinizi. "Yok babam yok" dedi çocuğun annesi, utandı galiba biraz da çocuğu kucağına alıverdi. Öptü bir de kocaman. Mesaj açıktı, "ben onu sefil etmem etmesine de elde yok avuçta yok" demekti o öpücük. Hızlı adımlarla geçip gittiler. İçimize bakmaktan, sarsılmaktan aklımıza gelmedi kadıncağıza ayakkabı alsın diye para vermek. Aslında bunun kararını vermek de zor birşey. Birine yardım etmeye çalışırken onun gururunu incitmek var işin ucunda. Alır mıydı o parayı almazdı büyük ihtimal. Çocuklarının ayaklarının çıplaklığından utanıp onu kucağına alan ana bunu kendi suçu sayıyorsa başkasından para almak da gücüne gider muhtemelen. İşte bu gibi şeyler yüzünden Sartre'ın bulantısıyla benimki aynı mı diye kafa yorup duruyorum. Okur görürüz diyorum sonra. Belki de aynı yerden yaralanıyoruzdur.
Ben bunları düşünürken iki küçük kız önüme geçiyor. 6 ya da 7 yaşında olmalılar. Biri Marquez'in Kolera Günlerinde Aşk'ını alıyor eline. Boyları ancak o rafa yetişiyor. Kitabı evirip çeviriyor, yanındaki arkadaşına gösterip "Sence annem bunu sever mi?" diyor. Elimdeki kitaba bakıyor gibi yapıp bir yandan da onları izliyorum. Küçük kızların sohbetlerini yetişkinler bölmemeli. Sesimi çıkarmıyorum. Diğeri omuz silkiyor "Bilmem ki" diyor. Annesine hediye almak isteyen kız hecelereyerek kitabın adını okuyor, "ko-le-ra-gün-le-rin-de-aşk" Kıkırdıyorlar. Sanırım aşk kelimesi kıkırdatıyor onları böyle. Kitabı almaya karar veriyorlar. "Bence annem bunu sever" diyor giderken "içinde aşk geçiyor." Kızların arkalarından bakakalıyorum. İkisini de tutup şapır şupur öpesim var.
Bulantım geçiyor şimdilik. Aklım bu kez şansa takılıyor. Çıplak ayaklı çocuklar ve annesine kitap alan pembe ayakkabıları kızlar neye göre belirleniyor?
Foto: Radikal
o Z.. düşünmesine düşündü ama yapmaya karşısındakinin gururunun engel olduğunuda gördü. o yüzden bir daha bir şey soramadan öylece kaldı sadece dışarıya susmayı denedi. yoksa içinde halen konuşan bişeyler vardı. çükü o z... o gururu iyi bilirdi.
YanıtlaSilZ ile aynı şeyleri düşünüp aynı şeyleri hissettik biliyorum.işte bu yüzden Z ile bunca candan yürekten yakınız...
YanıtlaSilSon satırdaki belirleme durumuna "İlahi Adalet" diyorlar sanırım.
YanıtlaSiliyi misin.
YanıtlaSilİyiyim ve daha iyi olacağım :) sen nasılsın?
YanıtlaSiliyiyim. çeviri yapıyorum işte istanbulda. bi sıkıntım yok. huzurlu günler hep. huzuru yalnızlığa borçluyum.
YanıtlaSil:)
arada kayboluyon merak ettim. sağlığın iyidir umarım. diğer sıkıntılar geçer.
:)
bak 3. yılım bitiyo blogda. hergün yazdım ya 3 yıldır.
:)
sen de eskidin yani. bi kutlayım seni.
:)
Çok teşekkür ederim. Kayboluyorum işler güçler başka bir şey değil. Sağlığım iyi. Eskiyelim ama şarap gibi eskiyelim... Yıllandıkça güzelleşelim :)
YanıtlaSilemeğinize sağlık.
YanıtlaSil