Öğle sonrasında kimimiz işten, kimimiz ofisin havasından, kimimiz de nikotinsizlikten bunalmışız. Biri, bahçeye çıkma fikrini ortaya atar atmaz, herkes dünden hazırmış gibi kalkıyor yerinden. Hafif güneşli, biraz soğuk ama huzurlu bir hava var dışarıda. Sanki sadece biz değil tüm gözeneklerimiz acıkmış temiz havaya. Bir sessizlik oluyor o sessizliğin ortasında kırlangıç yuvalarına girmeye çabalayan serçelerin sesi duyuluyor. Bir tanesi duvara öyle bir tutunmuş ki hepimiz şaşkın şaşkın ona bakıyoruz.
Biri çocukken serçeleri nasıl avladıklarını anlatmaya başlıyor. Sapanla vururlarmış onları. Diyor ki: "paramparça olurlardı. Bazen sadece bir çift ayak düşerdi, bazen kafa..." Tüylerim diken diken oluyor. Ama bir adamın çocukken yaptıklarını sorgulamak doğru mu? Değil elbette. "Hiç düşündünüz mü?" diyorum "Birden herşey tersine dönse, tüm hayvanlar kocaman olsalar biz de küçülsek. Sokaklarda yürürken mesela bir kaplan pençesi altında ezilsek. Kaplan üzerimize bastığını farketmese bile. Hiç önemimiz olmasa onun için. Hani bizim karıncalara yaptığımızın aynısını yapsa bize. Ya da yavru sincaplar oyun oynarken ceviz atıp gözümüzü oysalar. Eğlenmek olsa işin ucunda. Yavru sincapların oyuncağı olsa hayatlarımız. " "Aman dur ne yaptın sen öyle?" diyor biri. "Ben birşey yapmadım" diyorum "ama bizim onlara yaptığımız bu değil mi?" Ödüm patlıyor "ama onlar hayvan, düşünemeyen yaratıklar. Biz insanız." diyecekler diye. Bizi onlardan daha değerli yapan bu mu sadece? Ve kim, neye göre değerli bu hayatta? Korkmama gerek kalmıyor çünkü kimse böyle bir savunmaya girişmiyor.
Yine bir sessizlik oluyor. Bu kez kuşlardan gözünü alamayan biri soruyor: "Bir kuş olsaydınız ne olurdunuz?" Benim aklıma ilk baykuş geliyor. Söylüyorum. "Neden?" diye soruyorlar. "Çünkü öyle tembel tembel durur." diyorum. O sırada günlerdir ağrıyan boynum geliyor aklıma, devam ediyorum: "Sadece boynunu çevirir. Belki bu yüzden onun da boynu ağrıyordur." Gülüyorlar. "Yok. Yok." diyor biri "O kuşların en bilgesi kabul edilir, sen onun için baykuş olmak istiyorsun." Hoşuma gidiyor, gülüyorum. Başka biri ise; "ama baykuşlar uğursuz kabul edilir. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?" diye soruyor. "Saçmalık" diyorum "ben hiçbir canlıyı asla uğursuz kabul etmem. Edenleri de anlamam."
Kimi leylek olmak istiyor; göç edip sürekli yer değiştirdiği için, kimi çok süslü olduğu için ancak tavuskuşu olabileceğine inanıyor, kimi ise muhabbet kuşu olmak istiyor herkes onları sevdiği için. Bu sorunun cevaplarından ilginç sonuçlar çıkabileceğini düşünüp içerideki diğer insanlara soruyorum. Bir tanesi "ben serçe olmak isterdim. Çünkü onların ömürleri kısadır." diyor. Yüzündeki ifadeden bezginlik okunuyor. Belli ki; bir an önce göçüp gitmek istiyor. Şaşırıyorum. Çünkü bu kadın benim en neşeli bildiğim insanlardan biri. Bir tanesi bülbül olmak istediğini söylüyor. Sesi güzelmiş. Hatta bir halk müziği korosunda türkü bile söylemiş. Bunu hiç bilmediğimi farkediyorum. Bir başkası ise kartal olmak istediğini söylüyor. "Çünkü kartalların çok keskin gözleri vardır" diyor "her yeri görürler. Üstelik kanatlarını açtığında öyle haşmetlidirler ki gözlerini ondan alamazsın." Daha pek çok değişik cevap alıyorum soruya. Hemen hemen herkes farklı cevaplar veriyor. Sadece beş kişinin cevabı aynı. Onların hepsi Zümrüdüanka diyorlar. "Neden?" diye soruyorum fakat yanıt vermiyorlar. Zümrüdüanka kuşu hakkında küllerinden yeniden doğduğunu anımsıyorum. Ve çok güzel bir masal kuşu olduğunu... Onların bilip bilmediğini merak ediyorum ama bilmiyor olma ihtimallerini düşünerek sormuyorum. Bilmiyor olabilirler çünkü "neden?" diye sorduğumda kimse cevap vermedi.
Daha sonra Zümrüdüanka hakkında şunları okuyorum: "Her hayvandan bir iz taşıyan, rengarenk tüylü, yüzü insana benzeyen mitolojik bir hayvandır. Bazı kaynaklara göre seside güzeldir. Daima tektir ve erkektir. Ömrünün sonuna gelınce bahar ağacı yapraklarından yaptığı yuvasını ateşe verip kendini yakarak, yeniden dünyaya gelir. Yeniden dünyaya gelen kuş kuvvetlenince babasının küllerini Mısır'daki Heliopolis’e götürerek güneş sunağına bırakır. Bu anlatının pekçok versiyonu vardır."
Bu insanların ikinci bir şansa, yeniden doğmaya ihtiyaçlar olup olmadığını merak ediyorum. Belki de sadece masallardır onları büyüleyen ya da kendilerinin yegane olduklarına dair inançları, kimbilir?
RESİM: Arthur Rackham
eğer bi kuş olsaydım turna olurdum, sevenlerden birbirine haberler götürmek için.
YanıtlaSilKediciğim;
YanıtlaSilÇok okunanlar sayfamızda Feridüttün attar'ın kaleminden "mantıkut tayr" olarak zümrütü-ankanın hikayesini yayınlamıştık bir zamanlar.Okumanı tavsiye ederim, tasavvufdan, ilm-i ledün yani kuş dilinden izler taşır.Ben de bu hikaye neden bu kadar çok okunuyor diye merak ediyordum, demekki herkesin özünde zümrü-dü anka kuşu olmak varmış.Öyle kolay mı yürek ister.Sevgilerimle dilek.
Ben cay kasiklarini, gumusleri, yani parildayan seyleri kapip kacan kus olurdum herhalde.. adini hatirlamiyorum nedense..
YanıtlaSilBu arada baykuslarin adini bile soyleyemeyen bir annenin kizi olarak, korkuya kapilmamayi ve baykuslari sevmeyi basarmisimdir.. hatta badem ezmesinden bile baykuslarin oldugu cok hos bir koleksiyorum da var.. sadece karanligi cok sevmedigim icin baykus olmak istemiyebilirim..
bu arada "mim"ini unutmadim.. Fotograf ariyorum sadece..
YanıtlaSilKuş olsam leylek olmak ister -miydim - acaba?
YanıtlaSilTek bir yere bağlı kalmadan, sürekli seyahat halinde olmak, göçebe ruha sahip olmak; isterdim herhalde:))
GUGUK KUŞU: Senin guguk kuşu olmak isteyeceğini düşünmüştüm :)
YanıtlaSilSUFİ: Hemen okuyacağım Sevgili Dilek. Çok teşekkür ederim.
MEHTAP P.G: Saksağan diye anımsadım o kuşu :) Parlak şeyleri çalıp yuvasına taşır. Ben karanlıkta öylece durmayı sevdiğim için istiyorum belki de baykuş olmayı. Sanki gecenin hakimiymiş gibidir onlar.
ÖZLEM: Leylekleri çok severim ben. Hem çok güzeller hem de güzel şeylerin habercisi gibiler...
Bense martı olmak isterdim çünkü martı sesleri denizde olduğumuzu hatırlatır ve sesi isyan yüklüdür :)
YanıtlaSilMartıları severim. Onlar göklerin kraliçesi :)
YanıtlaSilserçe vurma hikayesini duyunca Üniversite yıllarımdan bir anekdot çakıldı kafama
YanıtlaSilerkek yurdunun oralarda yaşayan bir kedicik vardı, besler dururdu öğrenciler
bir gün tüylerine kolonya döküp tutuşturmuş bir avuç manyak ruh hastası
sebep?
alev aldıp da bağırarak koşmasını izleme zevvki!
zevk?
veterinerlikten bir grup arkadaş tesadüf ellerindeki suları dökerek söndürdü sonra tedavi ettiler
tüylerinin çoğu çııkmadı öyle kılık kırpık kaldı
kırpık koyduk adını
içim yanmıştı o kediyle beraber duyduğumda olayı
neyse ki yanarken görmedim ben
sorguladım o vakitler
insanlık denen şeyin
aslında ne bete olduğunu
düşünebiliyor olmanın üstünlük mü yoksa zayıflık mı olduğunu
sence?
İnsan zalim olmaktan neden bunca haz duyuyor bunu hala çözemedim?
YanıtlaSil