Boşu boşuna bekliyorduk. Bunu adım gibi biliyordum ama sesimi çıkarmadım. Çünkü sesimi çıkarsam da, karşıdakini bu boşunalığa ikna etmeye çalışsam da beni dinlemeyecekti. Ve ben sonuç alamadığım tartışmaların içine girmekten çok ama çok yorulmuştum. İkinci bir sebebi vardı ses çıkarmayışımın. Tuhaftır ki beklerken dinleniyordum. Beklemekten hiç hoşlanmayan ben sahiden uzun zamandır hiç dinlenmediğim kadar dinleniyordum. İnsan kendini bazen nasıl da şaşırtabiliyor? Hiç birşey yapmadan, okumadan, herhangi bir soruna kafa patlatmadan, kendimi birşey yapmak zorunda hissetmeden, zamanın boşuna geçtiği duygusuna kapılmadan öylece oturuyordum. Bir an için bile olsa ömrün kısalığını unutmuş, zamanı bol keseden savuruyordum. "Bunu zaman zaman yapmalı" diye düşündüm. Sırf hız duygusundan bir anlığına da olsa kurtulmak için, dinlenebilmek ve herşeyi, tüm bu telaşı unutmak için yapmalı. Elbette biliyordum hayat akıp giderken ben o eski telaşlı ben olacak durmaksızın koşacaktım ama olsundu. Bu an öyle güzeldi ki. Ve şu an için başka hiç birşeyin önemi yoktu.
Elimin altındaki kağıda çiçekler, çiçekler ve çiçekler çizdiğimi sonradan farkettim. Gülümsedim. Çünkü ben beklerken ya da çok ama çok sıkıcı toplantı salonlarında sıkışıp kalmışken hep kafesler çizerdim. Ancak yanımdaki "sıkıldın sen yine" diye dürterse farkederdim o kafesleri. Ve onlara bakıp içimden birşeyin, mahkumların çaresiz çığlıklarını attığını düşünürdüm. Ama bugün kafesler yoktu nedense. Sadece çiçekler vardı.
Biri çağırdı kalktım. Çiçekleri o kağıdın üzerinde, kağıdı da masada bıraktım. Birazdan geldiğimde başka birini hem telefonla konuşup hem de kağıtta boş kalan yerleri çiçeklerle doldururken gördüm. "İyi ki kafes çizmemişim" dedim içimden. Yoksa kağıdımı karalayan bu adam da o berbat mahkumiyet duygusunu çizip duracaktı oraya. Belki çizmekle de kalmayacak içinin derinindeki çığlıkları bile duyacaktı. Oysa şimdi öyle miydi ya? Her yan çiçek çiçekti. Ve o çiçekler akıp da umursanmayan zaman nehrinin üzerinde öylece, kayıtsızca yüzüyorlardı.
RESİM: Carol Robinson
Bu yazı içimi açtı, özellkle son cümleleri. artık beklerken çiçek çizicem ben de:)
YanıtlaSilKedim, hayatindan cicekler hic eksik olmasin:))
YanıtlaSilÇiçekler nasıl da açar insanın içini, boş yere beklerken bile.
YanıtlaSilSevgilerimle kediciğim:)
LEYLAK DALI: Buna sevindim :)
YanıtlaSilBELGİN: Senin de Belgin'cim :)
ÖZLEM: Aslında belki de kağıda yansıyan hep içimizdir. İnsan ne hissediyorsa elinden dökülen de o oluyor.
Sen hep çiçek çiz gülüm.Bulaşıcı çiçek çizmek, bak ben de başladım menekşe gül çizmeye.Eskiden labirent çizerdim.Gönlümü çiçeklendirdin şimdi. sevgimle.
YanıtlaSilbuna ben de çok inanıyorum. tüm olumlu tüm olumsuz duygular nasıl olduğunu anlayamadığım bir yolla birbirimize geçiyor. O nedenle hem kendini hem de başkalarını ziyan etmemeli insan...
YanıtlaSilBende yıldızlar çizerim hep, ama bir anlamı olabileceğini hiç düşünmemiştim yazını okuyana kadar. Yıldız belkide uzaklık, özgürlük, kaçma isteğimi çağrıştıyor ve ben yine yıldızlar çizmeye devam edeceğim galiba...
YanıtlaSilBence yıldızlar güzel umutlu bir şeyleri temsil ediyor. Evet devam et bence de onları çizmeye :)
YanıtlaSilkedikardeş
YanıtlaSilçiçekleri de kafeslerde besliyoruz..saksı saksı..
duygularımızı hapsettiğimiz gibi..
kendimizden sakladıklarımz gibi..
çiçekler, özgürlüğü düşlemeden kafesler kırılmayacak...
vk
O kafeslerden bıktım ben Volkan. Dünya bizi böylesine hapsetmişken en azından kafamın içindeki çiçekli bahçede koşup oynamayı yeğ tuttum. O kafesleri bir anlığına yok saymadan nasıl onları kırmayı başarabiliriz ki?
YanıtlaSilben de hep yüzen insanlar çizerim..
YanıtlaSilingiliz hasta filminden bir alışkanlık bu yıllaaarden beri..
Yüzen insanlar? Hiç duymamıştım bunu çok hoş :) İnsanlar sanıyorum daha çok yıldızlar, çiçekler, gözler, ve kalpler çiziyorlar. Bir de benim gibi kafes çienler var :) Kimler başka ne çiziyor acaba? aa şimdi anımsadım eskiden hep martı çizerdim :)
YanıtlaSilkedi, ay... ;)
YanıtlaSilBunu tahmin ediyordum :)
YanıtlaSil