Ailesinin onu, insanların iyi olduğuna inandırarak büyüttüğünü söylüyor. Ve devam ediyor, "Ama baktım ki öyle değillermiş. İnsanlar iyi değiller. Tam aksine kötüler." Ona tüm insanların iylik ve kötülüğün karışımı olduğunu söylüyorum. Oran değişir diyorum. Bu yüzde elli yüzde elli şekilde değildir. Ama diyorum ben yine iyilik oranının yüzdesinin fazlalığına inananlardanım.
Aslına bakarsanız, artık bunun üzerine düşünmek için oldukça yaşlı olduğumu düşünüyorum. Şöyle diyelim; Aklı başında tüm aileler çocuklarını insanların iyi olduğuna ikna ederek büyütürler. Onlara kötülük yapma derler mesela, haklarını gaspetme, bencil olma, yardımına ihtiyaçları olduğunda geri durma, dertlerini dinle, mutluluklarını paylaş, ağladıklarında omzunu yastık yap, umutsuz olduklarında hayatın güzel olduğuna dair ikna et onları. Evet aklı başında olan tüm aileler tek tek bunları söylemeseler de bu mesajları ucundan kıyısından sokarlar çocuklarının beynine. Sonra büyürsün. Mesela üniversiteye gider ailenden uzak yabancı insanlarla iç içe yaşarsın. Bir sürü şey görürsün. Kimi sana hayatının kazığını atar, kimi yalan söyler, kimi bencillikte sınır tanımaz. Ama kimi de ne zaman üzülsen yanındadır, seni kendine yeniden inandırır, umut hep vardır der ya da. Sen kötülükle karşılaştığında sütten çıkmış ak kaşık değilsindir ayrıca. Kıskanç ve kibirli olabilirsin zaman zaman. Planlı olmasa da birinin zarar görmesine yol açabilir hatta buna göz yumabilirsin bile. Bütün bunlarla öğrenirsin ki iyilik ve kötülükten mütevellittir insanlar. Yaşlanırsın biraz daha ve şunu artık kafana sokmaya başlarsın ki, aslolan insanların ne olduğu değil senin bunlarla nasıl başa çıkabildiğindir.
Bizim yaşımızdaki insanların bu sorunu çoktan halletmiş ve çözümünü bulmuş olması gerekir ki eğer hala çözüm bulamamışsak bu dünyanın en eski sorununa, bu bunca yıl ne dünya tarihinden ne de kendi tarihimizden tek bir şey öğrenmemişsiz anlamına gelir. Bu yüzden de tarihimiz hep tekerrürden ibaret kalacak demektir.
Bir de şu var ki herşey kendi benzerini çeker. Zaman zaman atmosferimize yabancı cisimler girse de o cisimler bu atmosfere uyum sağlayamadıklarından bir süre sonra eriyip yok olurlar ve birşey yapmanıza gerek kalmadan doğa kendi uyumunu yakalar. Arkadaşlar da böyledir. Sen nasıl davranıyorsan etrafında öyle insanlar toplanır. Kötülük görmez misin görürsün? Kötülük yapmaz mısın? Yaparsın. Ama kalbin iyiyse sahiden vicdanının o kulak tırmalayıcı sesini susturmak için kendinden ders alırsın. Hayat da biraz hem dünyayla, hem insanlarla hem de kendile başa çıkabilmek değilse nedir zaten.
İşte bütün bunla yüzünden, artık bunları düşünüp kafa patlatmak için oldukça yaşlı olduğum için en çok da, insanların kötülüğü ve iyiliğine değil neyle nasıl başa çıkacağıma kafa patlatmayı tercih ediyorum. Zira kontrol edebildiğim sadece kendimim. İnsanlar çok kötü ne yapacağım ben diye düşünüp de asla halledemeyeceğim bir sorun yerine evet zaman zaman kötü olabiliyorlar, bununla nasıl başedebilirim diye düşünmenin çok daha akıllıca olduğunu bilecek kadar yaşlıyım.
Bence insanın kendine sorduğu temel sorular yaşamımızın nasıl olacağını belirliyor. Başa çıkılamaz ve asla değişitirilemez sorular olduğumuz yere çiviliyor bizi. Soru sormak bir sanattır derdi babam. O zamanlar elbette kavrayamadığım bu lafı şimdi şimdi kendim yaşayıp öğrenerek kavrıyorum. İşte bu yüzden de cevapları aramadan önce doğru sorunun ne olduğunu bulmaya çalışıyorum. Ve arkadaşıma demek istiyorum ki, asla bulamayacağın cevaplarla cebelleşmek yerine sorularını değiştirmelisin. Çünkü o sorular şu an farkında olmasan da hayatının nasıl bir seyir izleyeceğini belirleyecek sorular...
Resim: Masao Minami, early 70s
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder