Dün pazar gününün sıkıntısıyla herşeyin aynı olacağını düşünüyordum. Sabah yine oflaya poflaya kalkacaktım yataktan, duşa girip tüm duş boyunca bu kadar saçı, bu sıcaktan nasıl kurutacağımı düşünecektim. Sonra "kahvaltı yapmalısın" diyecektim kendi kendime ama canım yine birşey istemeyecek bir bardak çayla yetinecektim. Sabah yine çok ama çok sıcak olacaktı ve ben "sabahın ilk saati böyleyse günün geri kalanı nasıl bir cehennem olacak kimbilir" diye homurdanacaktım. Aynı yoldan işe gidecektim. O tombul sarışın kadın tam aynı yerde dolmuş bekliyor olacaktı, köşedeki bakkal tahta sandalyesi üzerinde oturmuş, sıska bacaklarını üst üste atmış elindeki gazeteyi okuyacaktı. İşe vardığımda kapı önünde aynı adamlar hergün konuştukları şeyleri sanki ilk defa konuşuyor gibi konuşacaklar ve ben yine buna şaşıracaktım. Koridorda yine o adam karşımdan gelecekti. Yine o garip yeşil renk pantolonu göğsünün altına kadar çekmiş olacaktı. Ben o pantolonun onu rahatsız edip etmediği konusuna sabahın sekizinde kafa yoracak ve bunu düşünmenin ne aptallık olduğuna karar verip kendime çay söyleyecektim. "Sabahın köründe çay içme bitki çayı falan iç" diyecekti biri "tamam tamam bu son" deyip geçiştirecektim. Ve gün böyle devam edip gidecekti. Çünkü hep böyle olurdu. Bütün bunları düşündüm dün. Günlerden pazardı. Ve pazar günleri insan sıkıntıları hep olduğundan daha fazla abartır ve herşeyi nedense aynılaştırırdı. Hatta sıkıntı olmayan şeyleri bile sıkıntı haline getirebilirdi pazar günleri insan. Çünkü günün mayasında vardı bu. Nedense?
Bugün ise pazartesiydi ve ben pazartesi sendromuna inanmıyordum. Çünkü pazar günleri kendime saçma sapan bir sendrom yaratıyor ve bundan o kadar çok yoruluyordum ki pazartesi günlerine birşey kalmıyor, kalmadığı gibi akıl tüm olumsuzlukları tükettiği için garip bir biçimde enerjik başlıyordum güne. Ve sanırım bu iyi birşeydi. Elbette sadece pazartesi ve haftanın, pazar hariç, diğer günleri için. Evet bugün pazartesiydi. Bölünmemiş bir uykudan dinlenmiş olarak uyandım. Gördüğüm rüyaları hatırlamadım. Sadece bir his, güzel bir his anımsadım ve rüyanın tamamını anımsamaya gerek duymadım. Saçlarımı düşünmedim. Onları nasıl kurutacağımı ya da havanın çok sıcak olup olmayacağını falan filan. Neden düşünmedim bilmiyorum. Onların yerine ne düşündüm onu da bilmiyorum. Belki bir mucize olmuştur da hiç birşey düşünmemişimdir. Sonunda o aklın içindeki sessizliği yakalamayı becerebilmişimdir. Bunu yapabilenler var öyle değil mi? O halde ben neden yapamayayım? Hem bunu yapmak aylarca süren bir tatilden daha dinlendirici olur. Değil mi? Olabilir mi bu? Bunu başarmış olabilir miyim yani? Neyse.
Başka bir yoldan gittim işe. Trafik ışıklarında beklerken yolun hemen kenarında büyük, siyah, nefis bir arabanın kapısı açıldı ve içinden pembe bir atlet, üzerinde kocaman yeşil yapraklar olan beyaz uzun şortlu bir adam indi. Tuhaf bir tezattı. İnsanların eğlenceli olduklarını düşündüm. Çünkü büyük, siyah, nefis arabaların içinden siz onları takım elbise ile beklerken üzeri kocaman yeşil yapraklı beyaz şort giymiş bir şekilde çıkabiliyorlardı. Arabadan indim ve yürümeye başladım. Önümde ufak tefek bir kadın cep telefonuyla konuşarak yürüyordu. Kulak misafiri oldum. Kaynanasından söz ediyordu: "Kaynana değil mi boynu altında kalsın."dedi. Sonra şöyle devam etti: "Tabii ben gavurun kızıyım ya herşeyi benim üzerime yıksın." Öfkeden dişleri gıcırdıyordu. Boynu altında kalsın ne demek diye düşündüm. Aklıma amuda kalkmış ve dengesini kaybederek boynunu kırmış bir kaynana geldi. Ürperdim. Acaba bunu mu demek istiyordu? Sahi kaynanasını öyle görse sevinir miydi ki? Sanmam. Koridora girdim. "Günaydın İbrahim Bey" dedim "Şu beyi kaldır" dedi "efendim?" dedim "bana bey deme" dedi. "Ne diyeyim?" dedim "İbo de" dedi "ama öyle diyemem ayıp olur" dedim "İbrahim Abi desem olur mu?" "bal gibi olur" dedi gitti.
Bu sabah hiç de diğer sabahlar gibi değil diye düşündüm. Ve sonra da aslında hiç bir sabahın birbirine benzemediğini, sorunun düşünme ve bakma biçimimde olduğunu düşündüm. Tüm günler nasıl birbirine benzerdi ki zaten? Öyle değil mi?
Fotoğraf: Life
Bugün sabah senin aksine güne ters ve uykusunu alamamış başladım. Akşam oldu ve az önce telefonda bir arkadaşıma; "bunu ben seçtim, bu sabahı ve günün geri kalanını kendime eziyet haline getirmeyi" dedim.
YanıtlaSilŞimdi senin yazını okudum ve hem sana hem kendime hak verdim :)
Tam da düşündüklerimi dile getirmişsiniz. Ben de hep Pazar günlerinden nefret ettim. Emekli olduğum bu zamanlarda bile. Tezer Özlü'de nefretle söz eder "Çocukluğun Soğuk Geceleri" kitabında. Çok güzel bir yazıydı, kendim yazmış gibi hissettim, kaleminize sağlık...
YanıtlaSilPazarı sevmiyorum.. tv programlarını, oda mı, bilgisayarı, yatağı hiçbirşeyi sevmiyorum pazar günleri. Pazartesi zaten en uyuz gün. Bütün günler aynı olur mu yahu.. cuma ve cumartesinin tadı var mı diğerlerinde..
YanıtlaSiladına sevindim, pazartesiyi bile sevdiysen, mutlu günler seni bekliyor demektir. Ay' ın etkisinden kurtuldun zannımca..:)
deliksiz uyuyabilmek de bir nimet farkındasın değil mi? 30 senelik ömrüm boyunca tam 2 kere deliksiz uyuduğumu hatırlarım. gerisi hep bölük pörçük. elimde değil.
YanıtlaSilgünlerden en çok cumartesiyi severim. sonra da çarşambayı. tam hafta ortası olduğu için. çarşambaya gelince haftanın sonu daha kolay görünüyor :)
ASLI: Sabahları uyandığımızda kendimizi programlamayı başarabilsek ne güzel olur değil mi? Mesela öfke, sakarlık gibi şeyleri silebilsek olaylara karşı esneklik ve hoşgörüyü devreye soksak ne harika olur. Bence bunun bir yolu var ama ben nasıl yapılacağını bilemiyorum. Zihin bu yönde nasıl eğitilebilir acaba?
YanıtlaSilLEYLAKDALI: Pazar sanki tüm haftanın zehrinin açığa çıktığı bir gün gibi. Ve insan o zehri nedense iyice yayıyor bedenine. sokaklara dikkat ettiniz mi hiç pazar günleri. sanki herşey ölmüş gibidir. Belki de bize bitişi sonu anımsattığı için nefret ediyoruzdur pazarlardan.
GEREKSİZ ADAM: Neyin etkisine girdim de böyle karardım bilmem ama sanki bana da o etkiden kurtulmuşum gibi geliyor :)
CİNAR: son iki gündür deliksiz uyuyorum. Hem de o sıcağa rağmen. Ama uyumadan önce yapmayı denediğim birşey var. Zihnimi susturmaya çalışıyor. Konuştuğunu farkettiğimde bir şekilde susturuyorum. Biz insanlar ne garibiz düşüncelerimi ya olmuş olana ya da olacak olana yönelik. Bugünde hiç yaşamıyoruz. Peki bugünde yaşamıyorsak yaşıyoruz demek doğru mu?
biliyomusun bu aralar hiç bir sabahım birbiri ile aynı değil sanki. hatta aynı günün sabahı, öğleni ve akşamı bile evrenim değişebiliyor, sanki bir tirbülansa girmiş gibiyim.
YanıtlaSilAma bu iyi birşey değil mi? Değişiklik insanı canlı tutar :)
YanıtlaSilabi esas değişiklik; o siyah nefis arabadan çiçek çocuğu çıkacağına yeşil pantolonunu memelerinin altına çekmiş adam çıksaydı mesela...:)))
YanıtlaSilVallahi konu insanlar olunca hangi arabanın içinden nasıl bir kılıkta çıkacakları asla tahmin edilemez :)
YanıtlaSilne bileyim kedicim, aslında değişen sanki dışsal dünya değil benim:)
YanıtlaSilGarip bir soğukluk vardır pazar günlerinde, ben hâlâ sevmem nedense.
YanıtlaSilBelki her şeyin aynı olmasından kaynaklanıyor kediciğim ne dersin biraz değişiklik olsa fena mı olur?
kendime ait olduğumu hissettiğim tek gündür cumartesi çılgınlığından geri kalan..
YanıtlaSilve severim, pazarı kendime pazarlarım çünkü..
GUGUK KUŞU: Bence bu daha da iyi :)
YanıtlaSilÖZLEM: Aslında belki de ertesi günü düşünüp endişeleniyoruzdur da pazar günlerinin hiç bir suçu yoktur ne dersin?
VOLKAN: Demek pazar günlerini seven biri varmış :)