Yarımları neden hep bir köşede tutuyor olduğumu bugün anladım. Hiçbir şeye baştan başlamaya halim olmadığı zamanlar için var onlar. Öyle ki; hiç istemediğim halde birşeyleri sürdürdüğüme, devam edebiliyor olduğuma kendimi inandırmak için varlar. Yarım kitaplar bunun için var, yarısı izlenilmiş filmler de öyle...
Bazı sabahlar böyle uyanabilirsin pekala. Başlangıç heyecanı yoktur içinde. Bunu daha uyanır uyanmaz anlarsın. Sabahtır ve yeni bir gün başlıyordur ama sen gün ortasında olmayı tercih ediyorsundur. Nadiren olur bu, ama olur. Gün ortasında olmayı tercih ediyorsundur çünkü alışmaya, uyum sağlamaya, dahası başlamaya hiç halin yoktur. O gün yeni bir insanla tanışmak istemezsin mesela. Daha önce hiç konuşmadığın biriyle bir araya geldiğinde nasıl ve ne konuşacağın bilgisi uçup gitmiştir aklından. Ve kimse yeni tanıştığı birinin, arkasından "ay ne soğuk ne sevimsiz insandı o öyle" demesini istemez. Çünkü yeni tanışılan insanlar kendilerini ilk bakışta bir insanı tanıdıklarını sanacak kadar insan sarrafı sanırlar. Ve bu insanlar birinin ne halde olduğunu tahmin etmek yerine yafta yapıştırma kolaycılığını seçecek kadar zalimdirler. Kafanızda bir sorun olabileceği, fena halde hayattan sıkılmış olabileceğiniz, dünyayı ve tüm yaşamı bir kenera itebilecek denli bezmiş olabileceğiniz, başınızın, dişinizin ya da karnınızın ağrıyor olduğu ve bunu gülümsemeniz ardına saklıyor olabileceğiniz hiç mi hiç akıllarına gelmez. Onlar bakıyorlardır ve sizde birşey görüyorlardır, o gördükleri de kesinlikle doğrudur. Siz soğuk ve gıcık birisinizdir. Noktadır.
Ve böyle günlerde, devam edememeyeceğini daha fazla sürdüremeyeceğini anladığı günlerde yani, bu sıkıntıyı kırmak ister insan. Sanır ki tüm bu isteksizliğine karşı yeni birşeye zorla da olsa başlarsa döngü değişecek, sihirli birşey olacak. Ama çok cesur değildir. Bu yüzden hayati kararlar alamaz. Küçük birşeyler aranır. Değişimin bir başlangıç noktası olsun der. Aslında derdi değişim falan değildir. Tek derdi kaldığı yerden dün akşam bıraktığı yerden devam edebilmektir. Ne olmuşsa bir gecede olmuş sanır içinde bir yerde hayatın zamanla bıraktığı tortunun bazı şeyleri tıkadığını unutur. Yeni bir kitaba başlamayı ya da yeni bir film izlemeyi tasarlar mesela. Bunları yaparken düşüneceğini, içini bunlarla ters yüz edeceğini, hayata kaldığı yerden devam edebilmek için kelimelerden, görüntülerden ya da seslerden bir çıkış noktası bulacağını hesap eder etmesine ya asıl aradığı bunlarda değildir. Kitaba kendini dahil edemez, filmlerde görüntüden kopar sesleri yadırgar ve tüm bunlar olur biterken de aklı iyice karışır. İçindeki "ne anlamı var bütün bunların" sorusu kalbini bir mengene gibi sıkar. İşte yarım bıraktıkların böyle zamanlar için iyidir. Çok eski bir zamanda ortalarında bir yerde bırakılmış bir kitabın kahramanları bilindik, alışıldıktır. Yine yarım kalmış bir film de öyle. Çünkü yarımlar eve dönmüş gibi hissettirir insana. Tüm yorgunlukları, hataları, kopmaları ve tükenmişliği orada bir yerde bırakmış ve dönmüş gibi. Seni yine bildiğin sevdiğin insanlar karşılamış gibi. Ne olduğunu ve nasıl başedeceğini bilmediğin bir dünyadan seni çekip almış gibi...
İşte bu yüzden yarımlar var. Çünkü herkesin zaman zaman eve dönmeye ihtiyacı var...
RESİM: Edward Hopper