Bir sürü sigara izmariti var ayaklarımın altında. Sayayım diyorum ama öyle çok ki üşeniyorum. Sabahın ilk saatleri. Y.'yi bekliyorum, beni alacak ve işe gideceğiz. Erken saatler olmasına rağmen güneş yakıyor. Sokağın başındaki üç katlı evin gölgesine sığındım. İzmaritleri de o zaman gördüm. Üç katın hangi balkonundan atıldıklarını merak ediyorum. İnsan bunu neden yapar acaba? Geri çekildim. Evinin balkonundan izmarit atmakta sakınca görmeyen bir insan, oradan bulaşık suyu, çöp ya da evinde istemediği her hangi birşeyi atmakta sakınca görmez ne de olsa.
İzmaritlere bakarken sürekli kendimizi sakınmak ve kollamak zorunda kaldığımızı farkettim. Bu umursamaz ve bencil insanlar yüzünden her an herşeye maruz kalabileceğimizi, şu enfes sabahta bile gönül rahatlığıyla bir yerde sakince duramayacağımızı da öyle... Aklıma dünya kadar örnek geldi. Sabahın saat 6'sında üç katlı evinin çatısındaki eski sandalyeleri bahçeye atmakta sakınca görmeyen hanımefendi yüzünden yataktan korkuyla sıçradığım bir pazar sabahı mesela. Ya da yorgun bir akşam üstü evimin balkonunda çayımı içerken yine başka bir hanımefendinin aşağıda kimse olup olmadığına aldırmadan balkon kenarlarına yıkama hevesiyle üzerime yağdırdığı pis su. Yine aynı apartmanda iki kat üstteki komşunun balkon demirlerini boyarken aşağı kattaki zavallı kadıncağızın ak pak yıkadığı bembeyaz gömlekleri kırmızı beneklerle donatması. Bir sabah üst kattaki pür-i pak olma hevesindeki hanımefendinin akşamdan balkona silkelediği tavuk kemikleri ve pilav artıklarından oluşan acaip manzara... İnsan nasıl da bencil, düşüncesiz ve cahil...
Evimin balkonunda otururken bile biri kafama yanan bir sigara mı atar, pis suları mı döker, astığım çamaşırları boya ile lekeler mi, pazar sabahları herhangi bir saygısız sabahın köründe uykumu ziyan eder mi diye düşünmeden yaşayamadığımız bir dünyada huzurdan söz edilebilir mi? Sürekli kendini kollamak zorundaysan huzur nerede kalır?
Geçen gün bu temkinli oluş hayatımı kurtardı. İşin rehavetinden sıkılmış lavaboda elimi yüzümü yıkamaya karar vermiştim. Koridorda iki tekerlekli bir arabayla yaklaşık 2 metre boyunda karton bir kutu taşıyan bir adam vardı. İçinde ne olduğunu bilemedim. Muhtemelen mobilya parçalarıydı. Adam asansörünün önüne geldi ve tüm alanı kapladı. Geçmek için asansöre binmesi bekledim. O yatay olarak taşıdığı o büyük kutuyu dikey hale getirmek için son bir hamle yaptı. Biraz geriye çekildim çünkü arabanın önünde kutunun öne kayması halinde onu tutacak herhangi engel yoktu. Tahmin ettiğim gibi kutu ağırlıkla esnedi ve benim olduğum tarafa doğru hızla devrildi. Can havliyle geriye sıçradım. Ayaklarımın dibine büyük bir gürültüyle düştü. Ben donup kalmışken adamın yüzü bembeyaz oldu. Sanıyorum benden daha fazla korktu. Biri geldi adama ne olduğunu sordu. Adam kekeleyerek kutuda herhangi bir hasar olmadığını ama az daha beni öldürecek olduğunu söyledi. "Neyse reflekslerim iyiymiş" dedim "korkmayın birşey yok."
Yakın arkadaşlarım tüm ihtimalleri düşünüp kafamı gereksiz yere yorduğum için bana kızarlar. Biraz rahat olmalıymışım. Ben de onlara şunu söylerim, biraz rahat olmak için insanların sadece kendilerini değil etraftaki insanları da düşündükleri bir toplumda yaşamak gerekir.
Resim: Tran Nguyen
İnsanlığın gereklerinden çok uzaka yaşıyoruz ne acı...
YanıtlaSil