Annemle dizi izliyoruz. Genç, filinta,kara kaş, kara göz bir karakter yanındaki kiraz dudaklı, ahu gözlü kıza eski sevgilisinden söz ediyor ve şuna benzer cümle kuruyor, "En düşük olduğum zamanlarda bile bana tahammül edebilirdi" Salonun ortasında soru işaretleri uçuşuyor ve annem onlardan birini yakalayıp cümlesinin sonuna iliştiriyor; "Düşük olduğum zaman ne demek?" Sanıyorum karakter burada mood'unun düşüklüğünden söz ediyor. Yani kendini keyifsiz hissettiği bir zamandan. "Ben hiç anlamıyorum bu gençlerin konuşmalarını" diyor. "Ah ben de" diyorum "ben de bazen hiç anlamıyorum. Onlar sanırım farklı bir dünyada yaşıyorlar. Sen hiç anlamıyorsun. Ben de bildiğim bir zamanla şu an ucundan kıyısından yakaladığım bir zamanın ortasında duruyorum. Eski ve yeni olan arasında arafta yani"
Kuzen geliyor biz konuşurken. Birer sigara tellendiriyoruz. dizilerden söz ediyoruz. Ben çok fazla bilmiyorum dizileri ancak annem izlerken takıldığım kadarı ile göz aşinalığım var. Kuzen "dikkat ettin mi?" diyor "dizilerdeki kızlar erkekler ne kadar güzeller" Gerçekten öyleler. "Bu, bizim güzellik algımızı fena etkiliyor aslında" diyorum. Başını sallıyor. Çıtayı yükselttiğini söylüyor bu Adonis ve Afroditlerin. "İnsanlar" diyor "artık kendilerini beğenmiyorlar. Sürekli daha güzel ya da daha yakışıklı olma çabası içindeler, değil mi?" Haklı. Her akşam haberlerde yeni çıkan estetik uygulama teknikleri hakkında haberler bu talebin sonucu değilse nedir ki?
"Ben" diyorum "kusurlu olan yüzleri daha çok seviyorum" Yara izlerinden söz ediyoruz ya da garip şekilli tırnaklardan... İlk bakışta güzelliğin bizi çarptığını söylüyor. İnsanın güzel olan birşey karşısında kayıtsız kalamayacağı konusunda fikir birliğine varıyoruz. "Ancak" diyorum "uzun vaadede etkileyici olan başka birşey var, o da ruhumuzun davranışlarımıza yansıması." Haklı olduğumu söylüyor ve çok güzel ya da çok yakışıklı olan ama kafasını doldurma zahmetine girmemiş insanların sahip oldukları güzelliğin bir süre sonra kendisine hiç birşey ifade etmediğinden söz ediyor. Haklı olduğunu söylüyorum, ben de çok karşılaştım böyle insanlarla.
Güzellik algımızı medyanın biçimlendiriyor olması beni rahatsız ediyor diyorum. İnsanları oldukları gibi kabul edememizin sebebinin kafamızdaki abuk sabuk kalıplar olduğunu ve ne yazık ki bunları değiştirmek için olağanüstü çabanın gerekli olduğunu falan anlatıyorum. Çok zor diyor. Haklı. Konuşmamız sigaramızla birlikte bitiyor. Salona geçip annemle dizi izlemeye devam ediyoruz. Bir plaj partisi sahnesi bu. Bir grup genç sohbet ediyorlar. Sahiden hepsi birbirinden güzeller. Mavi gözler, kocaman siyah gözler, dolgun dudaklar, hokka burunlar... Bir tablonun muhteşem parçaları...
Ertesi gün başka bir arkadaşımla sohbet ediyoruz. Yüzünde bir yara izi var. O konuşurken, yara izinin o yüze kattığı bu güzelliğin sebebini düşünüyorum. Hikayesini biliyorum o izin. Pek de hoş bir hatırası yok. İyi ama neden bu kadar güzel? Onun hayatının bir zamanını yüzüne kazıdığı için mi? O zamanı korkmadan, çekinmeden cümle aleme ilan ettiği için mi? Bilemiyorum. Aslında bilmenin de o kadar önemli olduğunu düşünmüyorum. Güzel işte. Sadece güzel. Ve ben ona her baktığımda o izi görmeyi seviyorum. Medyanın estetik algımıza müdahale edemediği yerler de var diyorum. Ne güzel...
Resim: Sir Lawrence Alma-Tadema
Son zamanlarda gerçekten de çok arttı güzel olma çabaları. Ama hep güzelin güzeli vardır ve bu dünyada sadece güzelliğinle var olursan, o seni bırakıp gittiğinde(ki yaşlandığımızda gidecek) çok kötü etkilenirsin. Seni güzel olduğun için seven de sadece ambalajını seviyordur malesef:)
YanıtlaSilBu çok doğru, her güzelin daha güzeli vardır. İşte bu yüzden de estetik ameliyat müptelalığı diye birşey söz konusu. Ve bu ameliyatların sonucu ne yazık ki ortada; kendiliğini kaybetmiş bir yüz...
YanıtlaSilbu konu hakkında bir şeyler yazmayı düşünürken senin yazını gördüm :) aklın yolu bir derler. çıtayı yükseltikleri için insanlar birbirini acımasızca eleştiriyor. bir de böyle saçma sapan bir durum var maalesef.
YanıtlaSil