"Hala aynı kitabı mı okuyorsun?" diye soruyor. "Eskiden daha hızlı okurdun." Bu konuda haklı. Cevap vermek yerine gülümsüyorum. Çünkü nereden başlasam bilemiyorum. Ve ortadan bir yerden de olsa başlıyorum anlatmaya.
"Aslında internet yüzünden" diyorum. İnternet elimin altında olduğu için okuduğum bir sayfada eğer bilmediğim birşeyler varsa başlıyorum onu iliklerine kadar araştırmaya. Şu an okuduğum kitabı örnek veriyorum. Paul Auster'in İç Dünyamdan Notlar'ı. Kitabın bir bölümünde iki filmden söz ettiğini anlatıyorum. Biri The İncredible Shrinking Man diğeri de I am a Fugitive From a Chain Gang. Auster, şaşırtıcı bir biçimde her iki filmi de uzun uzun anlatıyor. Neredeyse tüm detayı veriyor. Çünkü çocuk yaşta izlediği bu filmler onu, dünyaya bakışını değiştirecek kadar etkilemiş. Filmleri, tüm detayını okumama rağmen, deli gibi merak ediyorum. The Incredible Shrinking Man'i büyük bir keyif ve şaşkınlıkla izliyorum. 1957 yapımı bu filmin o döneme göre nasıl bu kadar iyi olduğunu düşünüp duruyorum. Başlıyorum eski filmleri araştırmaya. Diğer filmler de bu kadar iyiyse eğer muhtemeldir ki şimdiye dek çok güzel şeyleri kaçırdım. Dünya kadar filmin fragmanını izliyorum. İçlerinden birini seçiyorum başlıyorum izlemeye. Filmin adı Viva Zapata. Marlon Brando'nun bir sahnesi üzerine uzun uzun düşünüyorum. Antony Quinn'e, bir kilise sahnesinde, tüm kalbimle saygılarımı yolluyorum. Filmi bitirdikten sonra I Am a Fugitive From a Chain Gang'i izlemeye karar veriyorum. İzlemek istediğim filmlerin listesi kabardıkça kabarıyor. Liste yaparken bir yandan da siyah beyaz filmlerin sahne fotoğraflarına bakıyorum. Beni ne çekiyor bu kadar, buna kafa patlatıyorum.
Kitabı okumaya ertesi gün devam ediyorum. Paul çocukluğunu anlatıyor. Başlıyorum bu kez de onun çocukken nasıl göründüğünü aramaya. Bir tanecik fotoğrafını buluyorum. Zaten o da pek fotoğrafı olmadığından yakınıyor. Annesi taşınıp dururken çocukluğuna ait pek çok şey yitip gitmiş. İlerliyorum ve ilk eşi olan Lydia Davis'ten söz ediyor. Kim bu Lydia? Lydia'nın internette olan tüm fotoğraflarına tek tek bakıyorum. "İşte böyle" diyorum. "Bu yüzden bir kitabı bitirmem bunca uzun sürüyor." "Seni meraklı" diyor gülerek. "Merak kediyi öldürmez korkma" diyorum "şimdiye kadar birşey olmadı..." Gülüyoruz.
"Peki" diyor "ya Murakami okurken ne yapıyorsun?" Ah işte o zaman binlerce şarkı dinliyorum. Çünkü Murakami'nin romanlarının arasından hep melodiler fırlıyor. O bir şarkıdan söz ederse ben o albümün tümünü dinliyorum. Eğer şarkıyı seversem benzer müzikleri buluyorum, onları da dinliyorum. Bu böyle sürüp gidiyor.
Aslında ben böyle okumayı seviyorum galiba. Ancak bu şekilde o kitabın ruhunu kavrayabiliyorum. Onu yazan ne hissetti ancak böyle anlayabiliyorum ya da anladığımı sanıyorum. "Olsun" diyorum sohbetimizin sonunda "ben okuduğum kitap sayısından ziyade kitabın verdiklerinin daha önemli olduğunu anlayalı çoook ama çoook uzun zaman oldu"
Merhaba;
YanıtlaSilKitapları değişik şekillerde okuyan insanları da öyle okumayı da seviyorum. Ben de uzun sürede okuyorum, tıpkı senin gibi dinleyerek, merak ederek, araştırarak notlar alarak. Böyle okumadığım kitapları zaten daha çabuk unutuyorum. Farklı bir macera oluyor, kitabı özümsüyor insan, daha bir oluyor onunla. Bir de ne zaman tek kitap okusam diğerlerine haksızlık gibi geliyor bana, sana da oluyor mu böylesi? Unutsam da iki satır da olsa illa başkasına dokunuyorum kenarından köşesinden...
Uzun okumalar güzeldir, hele ki her şeyin çabucak tüketildiği şu acayip dünyada!
Sevgilerimle
Olmaz mı hiç? Bir kitabı elime alıyorum aklım onlarcasında kalıyor. Bu yüzden zaman zaman birkaç kitabı aynı anda okumuşluğum da var. Ama bu zaten dağınık olan dikkatimi daha da dağıtıyor. Şimdilerde tek bir kitapla yetinmeye çalışıyorum :)
YanıtlaSilNasıl güzel anlatmışsın.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Sevgili PaNDuf :)
YanıtlaSilAynen ben! Geçenlerde Yüzyıllık Yalnızlık'a başlayayım dedim. Orada öylesine geçen bir ada ismine takıldım, neredeymiş bu ya diyerek netten baktım. Bir belgesel çıktı ve oturdum iki saat onu izledim:) Kitap da öylece kaldı:)
YanıtlaSil