Bu tıpkı bir şey söyleyecek olup da bir türlü ne diyeceğini bilememeye benziyor. Boş bir kağıda bakıyor bakıyorsun ama sözcükleri ya da ne demek istediğini bir türlü bulamıyorsun. Hayır bir zorunluluğun yok. Tek yapman gereken içinde, seni şu çimdikleyip duran şeyi durdurmak. Tabi onu nasıl durduracağını biliyorsan. Ya da boş kağıt üzerine anlamlı ya da anlamsız bir şeyleri karalamak. Sanırım ben ikinci yolu seçeceğim. (ya da seçtim bile.)
Aslında odalardan söz etmek istiyordum. Odalarımızın bizim kim olduğumuzu ele verdiği konusundan. Bu cümleyi (Sanıyorum Virginia Woolf'un cümlesiydi bu.) duyduğumdan beri iki şey üzerine düşünüp duruyorum. Bunlardan biri eşyalarımın, notlarımın ve defterlerimin sere serpe yayıldığı odama neden kimseyi sokmak istemiyor olduğum diğeri ise diğer insanların odalarını neden bu kadar akıl dışı bir istekle merak ediyor olduğum. Ve bu ikisi arasındaki tezat. Normali şu: (sanırım yani. Artık ne normal ne değil pek emin değilim) eğer odama kimseyi sokmuyorsam, başkalarının da böyle düşünüyor olduğunu kabul edip o odalardan uzak durmalıyım. (buradan insanların odalarına gizlice ya da sinsice girip bir güzel karıştırdığım çıkarılmasın. Çok isterdim ama henüz o kadar garipleşedim.) Yok eğer başkalarının odama girmelerinden rahatsız olmuyorsam evet başkalarının odalarını da yine bu çeşit bir merakla inceleme hakkını kendimde bulmalıyım. (Bu biraz aptalca bir mantık yürütme mi oldu bana mı öyle geliyor. Her neyse sadece düşünüyorum zaten. Düşünürken her şeyin mantıklı olması gibi bir zorunluluk yok değil mi?) Ama bende durum bunlardan biri gibi değil. Çünkü ben kendisini saklamayı seven ama başkalarını açık apaçık görmek isteyen biriyim. (Evet ben de şimdi bunun çok bencilce olduğunu farkettim. Haklısın.) En azından Virginia'nın cümlesine göre durumum böyle açıklanabilir.
Neden saklarız kendimizi? Sırlarımız olduğu için mi? Göründüğümüz gibi biri olmadığımız için mi? Sahi neden? Ben bu noktalarda kendimi savunamam. Çünkü ben kendime içerden bakıyorken dışardan görüneni tasvir edemem. Bu gerçek anlamda tam bir budala işi olur ki budala olmadığımdan neredeyse emin sayılırım. Eh bu da tartışılabilecek bir konu elbette. (hayır bunu tartışmaya açmıyorum.) Her neyse. Ben sanıyorum ki özel alanıma girilmesinden hoşlanmıyorum. Dünyadan kopmayı tek becerebildiğim yere, dünyanın sızmasını istemiyorum da diyebiliriz. Yoksa saklanacak bir şeyim yok. Defterleri saymazsak elbette. Aklımın içini kimsenin bilmesini istemem. Kim aklının apaçık okunmasını ister ki zaten?
Ama bazı insanlar böyle değiller. Onlar şeffaf olmaktan hoşlanıyorlar. (Onların sadece odalarını değil beyinlerinin içini de ciddi biçimde merak ediyorum.) Ya da belki, dillerinin ve kelimelerinin anlatmaya yetmediği yerde, kendilerinde var olan her şeyi göstererek, açık ederek kendilerini anlatmaya çalışıyorlardır. Bilinmek istiyorlardır ya da tam olarak kavranmak belki de. Bazı insanlar ancak başka gözler tarafından görüldüklerini bildikleri sürece var olduklarını kendilerine ve dünyaya kanıtlıyor olabilirler mi?
Sorun şu aslında: Şeffaf olanlar yani görünmekten çekinmeyenler dünyanın tüm bu karmaşık renkleri içinde daha belirgin daha canlı bir renk olmak istiyorlar sanıyorum. Çünkü onlar dünya ile harman yaşıyorlar. Bu düzen ya da düzensizlikle bir sorunları yok. Onlar dünyanın bir parçası olarak hissediyorlar kendilerini. (Bu iyi mi kötü mü bilemiyorum.) Oysa benim gibiler ise yapabildiği ölçüde dünyadan uzaklaşmak, bir başına olmak ve dahası bütün bu olup biten dışında kendine ait tamamen kendi kontrolünde olan bir dünya yaratmak istiyorlar. Ve sırf bu yüzden de o odada bir başkasının varlığından, o dünyaya ait olan parçaların bir başkasının zihninde artık var olacak olmasından bu derece huzursuz oluyorlar. Kim oldukları asla bilinsin istemiyorlar çünkü kim oldukları bilinirse bu zavallı, saçma dünyanın bir parçası olmaktan ölesiye korkuyorlar. Odalarına kimsenin girmesini istemeyen insanların odaları aslında "evet başka bir dünya mümkün" cümlesinin kanıtı. Evet başka bir dünya mümkün ve o dünya tamamen senin tahayyülüne kalmış. Evet başka bir dünya mümkün ve sen o dünyada dilediğin kadar kendin olabilirsin. Evet başka bir dünya mümkün ama sadece bu odada ve sadece sen tek başına olduğun sürece.
İlk paragrafta: "boş kağıt üzerine anlamlı ya da anlamsız bir şeyleri karalamak..." yolunu seçtiğimi söylemiştim. Bu yüzden bana bakma sen ey okuyan göz, ben sadece yazarak düşünüyordum.
Fotoğraf: Guardian
Fotoğraf: Guardian
ben de insanların banyolarındaki dolapların içini merak ederim hep:))
YanıtlaSilGerçekten mi? Neden ki :)
YanıtlaSilBilmem ki, kullandıkları ürünlere bakarak fikir yürütebilmek için heralde. Genelde kişisel kullanıma ait ürünler oralarda durur ya, giysilerin ötesini, içerisini görebilmek için...
YanıtlaSilBanyo dolaplarındakilerden başlayan öyküler uydururum insanlara, mesela neler çok kullanılmış, neler süs, neler hiç kullanılmamış vs... hep ipucu olur bu öykülerde
YanıtlaSilMerak insanin icini kemiren en buyuk huzursuylukbence.
YanıtlaSilBaskasinin bizdeki yansimasi bence bu oda vs meraki.
Ben ve o karsilastirmasi...
Beyaz seviyor titiz demek dusuncesi burdan mi gelir.Merakimizin ozetinden mi?
bASKASININ bizim hakkimizda ne konustugu da meraklarimiz arasinda egil midir?
Ogrendiginde kenine ypilan mi agir gelir hakliigi mi?
Odayi ogrendiginde veya odaya girdiginde merakimiz mi giderir yoksa kendimizle mi yuzlesiriz?
Bilmem...
KUNEGOND: Ben hiç merak etmemiştim insanların banyo dolaplarını. Bana hep havlular, sabun ve o tip şeyler var gibi geliyor. Ama bilinmez değil mi? Çok çok farklı şeylerde olabilir :)
YanıtlaSilBUĞDAY TANESİ: Sanıyorum ben insanların görünmeyen yanlarını da merak ettiğim için odalarını merak ediyorum. Çünkü çoğumuzun kendine has kimseyi içine sokmadığı dünyaları var.
bence insan, hükmedebileceği bir mekana ihtiyaç duyar. öte tarafta dünya bağımsız bir düzen tutturmuş dönerken, insanı edilgen kılar ve insan etken olabileceği, kontrol edebileceği mekanlara yerleştirir çemberini. biraz tatmin, biraz ego meselesi sanki..
YanıtlaSilKesinlikle aynı fikirdeyim. İnsan sürekli kendine hükmeden bir dünyadan öyle çok bıkıyor ki ve köle olmaktan öyle sıkılıyor ki kendine ait bir oda yaratıyor. Tüm kontrolün kendinde olduğu bir dünya.
YanıtlaSilOda, dört tarafı duvarla çevrili kapalı bir mekan. Kapısından girilir, penceresinden dışarı bakılır. Bu yazı bana, Andrew Sullivan'ın blogunda okuyucularından gelen "The View from Your Window" fotoğraflarını hatırlattı. Bir haftalığına diye başlayan ama sonra okurların ilgisi üzerine devam eden bu köşe sonunda bir kitaba da dönüştü:
YanıtlaSilhttp://andrewsullivan.theatlantic.com/the_daily_dish/2009/11/announcing-the-view-from-your-window.html
Ne güzel bir fikir. Az önce baktım. Gerçekten iyi fikir. Keşke bizim aklımıza gelmiş olsaydı daha önce.
YanıtlaSil