Aynadaki aksimde bir aptal görüyorum. Ağzı açık gözleri kısık tam bir aptal suratı bu. Hastalığın yan etkilerinden biri de bu olsa gerek. Ağrıyan başınız gözlerinizi küçültüyor ,tıkanan burnunuz ise ağzınızı her daim açık tutmak zorunda bırakıyor sizi. Sonuçta elinizde aptal bir ifade kalıyor.
Gülüyorum o aptal yerini başka birine bırakıyor. Telefon çalıyor. Boru gibi bir sesle yanıtlıyorum. Sesimi her duyan domuz gribi olup olmadığımı soruyor. "Hayır "diyorum "ateşim yok. Sadece normal bir soğuk algınlığı bu. Belki de nezledir." Bilmediğimi söylüyorum. Nezle, grip ve soğuk algınlığını hep birbirine karıştırıyorum.
Geri dönüp yatağıma yatıyorum. Gün boyu yatmış olmaktan sıkıldığımı ısrarla inkar ede ede, sanki yatmaktan büyük bir keyif alırmış gibi yatağın içinde bir o yana bir bu yana dönüp duruyorum. Güneşin altındaki kedileri taklit ediyorum. Bir süre sonra kendime söylediğim yalandan sıkılıp tavana gözlerimi dikiyorum. İnsan bir yatakta kıpırdamadan uzanıyor ve tavana bakıyorsa saçma sapan pek çok şeyi birbirinden bağlantısız olarak düşünüyormuş, çok geçmeden bunu anlıyorum. Kendi kendime konuşmaya başlıyorum. Şuna benzer şeyler söylüyorum: "Hasta olunca şaşıranlardanım ben. Burnu akınca ya da bir yerleri ağrıyınca "bu da ne demek oluyor şimdi?" diyenlerdenim. Sanki hiç hasta olunamazmış gibi sanki insan olan herkesin başına bu gelmezmiş gibi sanki ayaklarımın dibine gökten bir meteor düşmüş gibi şaşırıyorum her seferinde. Aslında böyle şaşırıyor olmanın da beni bir ölçüde hastalıktan koruduğuna inanıyorum içten içe. İnanmak nasıl ki birşeyleri değiştiriyorsa birşeylerin olacağına inanmamak da aynı ölçüde bazı şeylerin olmasını engellermiş gibi geliyor bana. Eh bu zamana dek böyle oldu. Bundan sonrasını da bilemiyorum."
Hastalık söz konusu olunca dönüp dolaşıp düşünceler domuz gribine bağlanıyor. Bu seferde şunlar geçiyor aklımdan: "Kafede bütün garsonlar maske takıyorlar. Onlara bakınca insan soyu yok olacakmış gibi bir hisse kapılıyorum. Beyaz eldivenli elleriyle masaya çayı bıraktıklarında bir kaç dakika kuşkuyla çaya bakıyorum. İçip içmemek arasında tereddüte kapılıyorum. Sonra sonumuzun domuz gribinden değil de delilikten olacağına karar veriyorum. Böyle herşeyden herkesten korkup şüphelenmenin sonu başka ne olur ki zaten?"
Son zamanlarda domuz gribinden sonra aklımı meşgul eden diğer şey GDO hemen bu düşüncelerin peşi sıra kendini anımsatıyor. "Bir de yiyecekler var tabi. Onlara da şüphe ile yaklaşırken buluyorum kendimi. Mısır gevreği mesela. O mısırların GDO denen meretten olup olmadığı konusunda kafa patlatıp duruyorum. Bahçedeki mandalinalar, portakallar ve limonlar altın gibi görünüyor gözüme. Düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum. Kim neden ve nasıl izin verebilir böyle bir şeye?"
Tüm gün yataktan çıkmadığımı düşünüyorum sonra. Gazetelerden televizyonlardan uzak durduğumu ama kendi beynimi kapamayı bir türlü beceremediğimi de. Rüyamda bile tüm bu olup bitenleri görüyor olmaya nasıl dayanabildiğimi sonra. Mesela az önce uyandığımda, ilk olarak on yerinden bıçaklanarak öldürülen öğretmen kızı gördüğümü anımsadığımı. "Ben elmayı seviyorum elma da beni sevmek zorunda" diyen bir manyağın adına aşk dediği o sapıkça şeyden iğrenerek uyandığımı. Sonra onu düşünürken 13 yaşındaki o zavallı çocuk geldi aklıma. Her şey birbirine karışıp harman oldu. Sinirlerim bozuldu ve haberlerden uzak durmanın hiç ama hiç işe yaramadığını her olan bitenin aklımızın içine yerleştiğini ve hala nasıl çıldırmadığımızı düşünüp durdum.
Aklımdan atmak için tüm bunları kitabıma uzandım. Ve ilk olarak şu cümleyi okudum: "Dünya, bir milyon kötü adam, on milyon aptal adam ve yüz milyon korkak adam tarafından yönetilir."*
Ve bu böyle oldukça hiç ama hiç bir şeyin değişmeyeceğine karar verdim vermesine ya bunun hastalığın yan etkisi olduğunu söyledim sonra kendi kendime. Bütün bu kalabalık adamlara karşı durulabileceğine dair umudum iyileşir iyileşmez geri gelecekti nasılsa. Uyumaya karar verdim yeniden. Rüyasız bir uyku uyumalıydım. İyileşebilmek için başka çarem de yoktu zaten...
FOTOĞRAF: LİFE
* Shantaram- Greory David Roberts- sayfa:320
Bende istiyorum o rüyasiz uykulardan. Bende senin gibi grip olmusum, ama yatagimda yatamiyorum. Calismak zorundayim, eve gidip yatincada beynimdekiler hortluyor..
YanıtlaSilGecmis olsun Kedicim, en kisa zamanda sagligina kavusman dilegiyle
sevgilerimle..
Canım arkadaşım,
YanıtlaSilGeçmiş olsun... Gelsem bir çorba yapsam sana... Yayla çorbası:) (HAS yoğurttan) Gözlerini kapadığında da başında beklesem ve rüyaları kış kışşşlasam:) Sen de güzelce uyusan.. HUZURLA..
BELGİN: Ben de bugün işe gelmek zorunda kaldım ama öyle yorgunum ki. Gün biter mi diyorum daha şimdiden. Çok geçmiş olsun sana da. Aman dikkat et kendine.
YanıtlaSilKARASHİ: Canım kızkardeş yapmış kadar oldun inan. Merak etme iyi olacağım.
Çok geçmiş ve acil şifalar olsun inşallah.Beynimizi serbest bırakmaya gelmiyor gerçekten,habersiz kalsak bile çevremiz her an haberdar ediyor herşeyden.
YanıtlaSilBilgi nerde kaldı kedicim yaa,hep böyle paranoyak mıydık biz.Kendimizi geliştirelim,eğitelim durumlarını astık bir köşeye...
Çiçekler içinde güzel rüyalı uykular diliyorum sana canım...
Ben de son günlerde hep bunu düşünüyorum Delfina: nasıl bu kadar paranoyak olduğumuzu. Aslında belli sebep. İnan bana insanın aklını koruması çok zorlaşıyor günden güne. Herşeye böyle şüpheyle yaklaşa yaklaşa nereye varır sonumuz bilmem.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim.
Çok geçmişler olsun sevgili kediciğim.
YanıtlaSilbelkide bu kadar ezen gerçeklerden, yaptırımlardan aklımıza sahip olamaz,
kaldıramaz olduk.
:((
Çok geçmiş olsun nerden çıktın dersen kafamdaki parazitler blogundan:)İlgini çekerse
YanıtlaSilseyyardunyam.blogspot.com da benim blogum
Sevgiler
BİR DUT MASALI: Aslını istersen bütün bunların altında ezilmekten direncimizin düştüğünü ve hasta olduğumuzu düşünüyorum. İnsanın tüm bu şeyleri duyup görüp de hasta olmaması mümkün mü? Çok teşekkür ederim.
YanıtlaSilSEYYAR DÜNYAM: Çok teşekkür ederim iyi dileklerin için. Blogunu sevdim takip edeceğim :)