Her gece uyumadan önce kendime hikayeler anlatıyorum. Bir trende geçen hikayeler, trenden atlamak üzere olan Hasan diye birinin hikayesi, Hasan'ın nemrut suratlı bir adamla arasında geçen diyalog, kibar ve kırılgan Hasan'ın intiharının bir dakika öncesinde bile o nemrut suratlı adam tarafından incitilmesinin hikayesi... Başka bir gece olağanüstü şişman bir adamın hikayesini anlatmaya başlıyorum kendime, yokuştan aşağı yalpalaya yalpalaya inerken mahallenin delisinin kahkahadan kırılmasının hikayesini, adamı üzerine dört kürdan geçirilmiş bir portakala benzeten karısının hikayesini anlatıp duruyorum.
Bunların aklıma nereden geldiğini bilmediğim gibi hepsini kanlı canlı görüyorum. Sabah uyanınca yazarım diyorum demesine de uyandığım vakit tüm bu insanlar kanlı canlı hallerini yitirmiş, birer kağıt figüre dönüşmüş oluyorlar. Boşveriyorum.
Geceleri kocaman bir ay yatağımın üzerine vuruyor. Kalın perdeleri aşıp gözlerimin içine doluyor ve hain hain gülümsüyor, "uyuyamayacaksın seni sefil, şimdi hikaye vakti" Hep ay yüzünden bütün bunlar. O gidince hikayeler de gidecek muhtemelen, o delice özlediğim rüyasız, kesintisiz uykular geri gelecek. Gündüzleri yorgun argın dolanıp durmak zorunda kalmayacağım. Peki uyku yüzünden hikayelerden vazgeçebilecek miyim? İşte bunu bilmiyorum. Hikayeler giderse hayatın renkleri de onlarla birlikte gitmeyecek mi?
Çok eskiden beri dolunay beni hem korkutur hem de büyüler. Ona baktıkça bakasım gelir, gözlerimi alamam ama sanki çok bakarsam da ruhumu emip beni boş bir çuvala çevirecek sanırım. Aramızda tutkulu, korku dolu bir aşk ilişkisi var kısaca onunla.
Dün gece hikayeler anlatıp dururken yıldız dolu bir gecede, karşımızda ay parlarken, küçük sevimli bir ateşin başında oturmuş gibi hissettim. Ona anlatıyordum tabii ki hikayeleri. Hani derler ya her yazar aslında tek bir kişi için yazarmış. Bence her hikaye anlatıcısı da tek bir kişiye anlatmak istiyor hikayelerini. Zihninin içindeki garip imgeleri sadece bir kişiye açmak istiyor, onu yargılamayacak, saçma sapan psikolojik çıkarımlarda bulunmayacak, o hikayeyi sadece hikaye olduğu için dinleyecek birilerine... Olağanüstü şişman adamların yürüdüğü taş sokakları, Hasan'ın o sarışın, kırılgan ruhunu, mavi gözlerindeki hüznü, trenin romantizmi ile içimizdeki intihar dürtüsünün garip tezatını falan filan... Bir tek ona anlatmak istiyorsun, biliyorsun ki bir tek o anlar, bir tek o gerçekten dinler...
İnsan ne tuhaf mahluk. Ve ay ne hain. Aklımızın derin denizinde ne kadar acaip yaratık varsa hepsini su yüzüne taşıyor. Kendi kafanın içindekilerden tedirgin oluyorsun bir yandan bir yandan da kendinde bilmediğin birşeyleri keşfetmenin tuhaf hazzını yaşıyorsun.
Hep bunlar ay yüzünden hep...
Resim: Pinterest
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder