Dolmuşta yan yana oturmuşuz. Berbat bir günün sonunda eve gidiyoruz. Elimizdeki kitapların ağırlığından, kafamızdaki düşüncelerin saçmalığından hayli yorgunuz. O an için benim tek derdim eve gidip bir bardak çayı sigara eşliğinde içmek, onunki ise ayağını hayli sıkan ayakkabılarından kurtulmak. Radyoda Sibel Can çalıyor. Bana dönüp fısıltıyla "Kimseye söyleme ama ben Sibel Can dinlemeyi seviyorum" diyor. Gözlerimi kocaman açarak bakıyorum. Sibel Can dinlediğini söylemenin nesi kötü?
Onun kafasında bir kalıp var. Bu kalıba göre entellektüel olmanın kurallarından biri asla arabeskvari birşey dinlememek. Muhtemelen klasik müzik dinlediğini söylüyor etrafındakilere. Belki Quenn, Nirvana, Bon Jovi falan. Asla Madonna ya da Michael Jackson değil.
Kulağına yaklaşıp "Ben de Orhan Gencebay dinlemeyi seviyorum" diyorum "herkese söyleyebilirsin" Yüzümdeki pis sırıtmaya şaşkınlıkla bakarak karşılık veriyor. Birşey söylemek için ağzını açıyor, susturuyorum. "Eve geldik zaten" diyorum "bunu çayımızı içerken tartışalım."
Kalabalık dolmuştan can havliyle atıyoruz kendimizi. Soğuk hava çarpıyor yüzümüze. Dolmuşun o sıcak, yorgun ve bezgin havasından sonra soğuk hava ilaç gibi. Eve giriyoruz. İlk işim çaydanlığı ocağın üzerine koymak. Eşofmanlarımı giymeye giderken radyoyu açıyorum. Evin için Orhan Gencebay'ın sesi dolduruyor. Böyle güzel bir tasadüf olabilir mi? Yüzümde aynı pis sırıtmayla odasının kapısında beliriyorum. Bir yandan da şarkıya eşlik ediyorum "Mevsim bahaaar oluncaaaa, aşk gönüle doluncaaa, sevenler kavuşuncaaaaa, yaşamaaak ne güzel"
Eşofman giyme, makyaj temizleme, yüz yıkama, çayı demleme işleri tamam. Salona geçip oturuyorum. Birazdan yüzünde karmakarışık bir ifade ile geliyor. Biliyor huyumu. Söylediği bir cümleyi gece yarılarına kadar bıkmadan usanmadan tartışacağımı biliyor. Lafı hiç dolandırmadan konuya giriyorum "Neden utanıyorsun sevdiğin şeylerden?" Bilmiyorum dercesine bir el hareketi yapıyor. "Ben" diyorum "Tüm bu saçma sapan kalıplara karşıyım, çok aptalca geliyor bana. Muhtemelen şöyle düşünüyorsun, "eğer onu dinlemeyi sevdiğimi söylersem beni aşağılacaklar. Çizdiğim tüm imaj anında yerle bir olacak." Doğru mu?" Utangaç bir gülümseme beliriyor yüzünde. Etrafındaki insanların arabesk dinleyenler hakkında söylediklerini, onları nasıl aşağıladıklarını sayıp döküyor. "Emin ol" diyorum "Hepsi evde gizli gizli arabesk dinliyordur"
"Sahi sen söylüyor musun Orhan Gencebay dinlediğini" diye soruyor. "Tabiki söylüyorum" diyorum. Ne tepki verdiklerini merak ediyor. "Şaşırıyorlar ve şaşkınlıkları geçince "kıro" diye dalga geçiyorlar." Gülüyoruz. Toplumun bizi abuk sabuk kalıpların içine hapsettiğini söylüyor. Sibel Can dinlemenin utancı üzerine daha önce hiç düşünmediğini, şimdi düşününce aslında kendini biçimlendirirken bunun olmaması gereken bir şey olarak akıl defterine not edildiğini yeni farkettiğini söylüyor. "Bence" diyorum "Toplumda bir sürü kalıp var ve biz o kalıplardan birini seçip onun içine kendimizi tıkıştırmaya çalışıyoruz. Elbette tam olarak giremiyoruz, sağdan soldan patlıyor. Senin Sibel Can sevmen de bu patlaklardan biri"
"Bunlar bizi daraltıyor değil mi?" diyor. Kesinlikle daraltıyor. "O yüzden de bence karşı durmak lazım" diyorum. "Böylece belki de bu kalıpların bir ölçüde kırılmasına katkıda bulunabiliriz." Geceyi bir Sibel Can şarkısıyla noktalıyoruz. Ardından da bir Orhan Gencebay patlatıyoruz. "Ne dersin" diyorum "pencereyi açıp bağırsak mı "Biz Sibel Can ve Orhan Gencebay seviyoruz" diye.
Bugün radyoda Sibel Can çalınca aklıma geldi yıllar önce yaşadığım bu anı. O kalıplara karşı durmaya çalıştığımız zamanları özlediğimi farkettim. İnsan çok gençken dünyayı değiştirebileceğini sanıyor, hoş şimdi de öyle sanıyorum ya, sanırım aynı coşku yok içimde. Ama o coşkuyu yeniden hissedebilmeyi çok isterdim. Aynı aydınlık ifade gözlerimde parlasın isterdim. Gecenin bir vakti bağıra çağıra şarkı söylemek isterdim yeniden. Zaman bu kadar zalim olmak zorunda mı diye düşünmeden, delice bir coşkuyla...
Resim: Buradan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder