13 Haziran 2021

Pazar Günlüğü

 Bazı şeyleri öyle çok istiyoruz ki içinde bulunduğumuz koşullar içerisinde o duruma uygun olarak en fazla nasıl olabilecekse birden oluveriyor. Son zamanlarda, ofiste masamın başında oturur ve içim sıkıntıdan şişerken hep bir çiftlikte olmanın, bitkiler ve hayvanlarla ilgilenmenin hayalini kurup duruyordum. Yaptığım iş ne kadar basit olursa olsun üşenirken bir çiftlikte yaşasam en ağır işleri bile yapmaktan üşenmeyeceğimden neredeyse emindim. Derdim çalışmakla ilgili değildi çünkü. Zira çalışmayı seviyorum. Derdim inanmadığım, kimseye bir faydası olduğunu düşünmediğim işlere günümün büyük bir bölümünü harcamakla ilgiliydi ki hala bu tür işler gerçek anlamda bana sıkıntı veriyor.


Sonra bir şey oldu. Evden çalış dediler. Canıma minnet dedim. Uzun bir süredir evdeyim. İşimi sanki hala ofisteymiş gibi yapabiliyorum. Ama güzel olan şu ki aynı zamanda küçük bir çiftlik hayatı yaşıyorum. Tam olarak olmasa da yine de o hissi veren bir hayat. Ben şanslıyım çünkü güzel bir bahçesi olan tek katlı bir evde yaşıyorum. Etrafımda çiçekler, ağaçlar, kediler ve tavuklar var. Tavuklarla pek aram iyi olmasa da kedilerle bir aile olduk sayılır. Fındık ve Paspas ki kendileri canciğer kuzu sarması iki dişi kedidir bize tam 5 yavru verdiler. Anneleri ölmüş 2 yetim yavrucak da bu minnoşların arasına katıldı ve sayılar oldu 7. Şimdi usul usul büyüyorlar. Yavrulardan ikisi onları çok isteyen çocukların evlerinde yaşıyorlar ve aldığımız haberlere göre keyifleri yerinde, mutlular. Karadut ki kendisine neredeyse aşıktım ortadan kayboldu. Şimdi Viki, Smokin, Badem ve Cilvenaz bahçede koşup oynuyorlar. Elbette bir de Narin var ki kendisinin kedi görünümünde başka bir yaratık olduğuna dair ciddi şüphelerim var. Slyvester ve Koca Ayak adlı iki kedi daha var ki kendileri muhtemelen Fındık ve Paspas'ın taliplileri. Her sabah kalkıp bahçenin orasına burasına koyduğumuz mama ve su kaplarını dolduruyorum. Bazen Viki'yi (kendisi oldukça uysal) yakalayıp seviyorum. Bacaklarıma dolanan ve en sevdiği şey ayaklarımın üzerine çıkıp oturmak olan Narin'le oynuyorum. Kedilerden sonra bahçedeki çiçeklere bakıyorum. Kimi yeni açmış oluyor, mis gibi kokuyorlar. Sonra odamdaki sukulente eğer o gün su vermem gereken günse su veriyorum. Daha onun bakımının nasıl yapıldığını tam bilmiyorum ama her gün onunla konuşuyorum. Ben hayvanlara ve bitkilere sevgi sözcükleri söylendiğinde bunu anladıklarına ve daha da coşkuyla yaşadıklarına inananlardanım. O yüzden sukulenti öptüğüm bile oluyor. Deli değilim meraklanmayın asıl bitkileri kesip doğrayanlar deli. 

Dediğim gibi insan bir şeyi çok istediğinde olup olabilecek en iyi şartlarda ona kavuşuyor. Eğer bir apartmanda yaşasaydım bunlar yine olur muydu dedim kendime. Evet olurdu. Çünkü muhtemelen balkonu ve evin odalarını bitkilerle donatır, bir kedi ve bir köpekle (belki daha fazlasıyla) birlikte yaşardım. Bence bizim temel sorunumuz kendi doğamızdan kopmuş olmamız. Bu yüzden bu kadar huzursuz ve mutsuzuz. Çünkü tamamen yapay bir dünyanın içine hapsettik kendimizi. Tüm gün telefon ekranı, akşamları televizyon ekranı bir hapishaneden başka nedir ki? Bunu farkettiğimden ve bundan ne kadar bunaldığımı anladığımdan bu yana şimdinin insanları tarafından "eski kafalı romantik seni" diye adlandırabilecek bir biçimde yaşıyorum. Gün doğumu ile uyanıp sabahın o ilk ışıklarının yüzeyler üzerinde oynaşmasını izliyorum mesela, hafif bir rüzgar varsa bahçedeki nar ağacının yapraklarının kıpırdanışına büyülenmiş gibi bakmayı seviyorum. Şanslıyım ki ağaçlar güzel sesli kuşları koynunda saklıyor ve onlar da şarkılarını esirgemiyorlar bizden. Uyuyan yavru bir kediyi, annesinin peşinden koşan civcivleri, büyümüş mü diye her sabah bir bitkiye bakmayı gerçekten seviyorum. Ve telefon ekranından mümkün olduğunca uzak duruyorum. Bütün bunlar benim ruhuma gerçekten iyi geldi. Sanki daha önceden bildiğim ama hayatın akışına kapılıp kaybettiğim güzel duygulara yeniden kavuşmak gibi. Kendi doğana, ait olduğun yuvaya dönmek gibi. 

Bunu yapabiliriz bence. Hepimiz. Nerede ve nasıl yaşadığımız önemli olmaksızın, bir bitki ile birlikte yaşabiliriz, bir kedinin göbeğimizin üzerinde uyumasına izin verebiliriz. İnanın bu öyle güzel bir duygu ki kimse bundan mahrum kalmamalı. Bahçemiz yoksa bir yerlere ağaç dikebiliriz. Biliyorum ve görüyorum ki ve iyi ki pek çok insan bunları zaten yapıyor. Çünkü hepimizin doğası aynı ve hepimiz kendi doğamızdan uzaklaştıkça mutsuz oluyor ve bunu içten içe seziyoruz. Teknolojiden kopalım demiyorum elbette bu zaten artık mümkün değil ama en azından ait olduğumuz doğaya ucundan kıyısından yakın olmaya çalışalım. Daha iyi hissedeceksiniz inanın buna. Bir ağaca sarılın mesela. Delice mi hiç değil. Deneyin görün, (ben çocukluğumdan beri yaparım)  nasıl hissedeceğinizi. Yaşlı ve bilge bir nineye sarılmak gibidir. Sarılın ve gözlerinizi kapayın. Ne demek istediğimi anlayacaksınız. 

Güneşli, huzurlu ve mutlu pazarlarınız daim olsun.

4 yorum:

  1. Bir ağaca sarılmak, yanından geçerken gövdesine dokunmak, dallarının başıma dokunmasını hissetmek...
    Kedileri, köpekleri beslemek, onlara yuva vermek, dostluk göstermek...
    Bunları yapabilen insanlara ne mutlu. Bu duyguları yaşayamayanlar ne kadar çorak olduklarını fark edip dertlerine yansalar, yeridir.

    YanıtlaSil
  2. Geçmişe gidip hayaller kurdum teşekkürler.

    YanıtlaSil

Ne demeli...

İnstagram'da tatlı tatlı gülümseyen, yüzünde güneşler parlayan gencecik bir kız gördüğümüzde o mutlu genç kızın bir gün biri tarafından ...