Boşanan
ya da ayrılmak üzere olan ünlü çiftlerin basına konu hakkında bilgi veriyor
olmaları bana hep çok tuhaf gelmiştir. Dün de yine ünlü bir çift hakkında buna
benzer bir haber okudum. Ünlü çiftimiz büyük bir aşkla başladıkları
evliliklerini anlaşarak bitirme noktasına geldiklerini, bundan sonraki
hayatlarında görüşmeye devam edeceklerini, evliliklerini bitirme kararlarında
herhangi bir üçüncü kişinin etkisinin söz konusu olmadığını söylüyor ve "İki evladımızın
psikolojik gelişimlerini olumsuz etkileyecek haberlerin yapılmamasını ve
reyting uğruna çocuklarımıza zarar verecek cinsten haberlerden kaçınılmasını
bilhassa siz değerli basın mensuplarından ehemmiyetle rica ediyoruz. Konuyla
alakalı yaptığımız açıklamaların yeterli olduğunu düşünüyor, yanıltıcı
bilgilere itibar etmemenizi rica ediyoruz.” diye bitiriyorlardı açıklamalarını.
Haberi yazan
sevgili muhabir arkadaşımız ise yapılan açıklamaya pek inanmamış olsa gerek ki
taraflardan birinin bir başkası ile ilişkisi olduğu yönünde bir dedikoduyu
haberine malzeme edinip hemen bu açıklamanın arkasına "ustaca"
iliştirivermiş. Eh muhtemelen şöyle düşünmüştür, "Bu açıklamanın bir haber
değeri yok. Biraz skandal, biraz dedikodu ile süsleyeyim güzelce de herkes
"kadın adamı aldatmış, vay ahlaksız" diye diye okusun" diye
düşünmüş olmalı.
Yapılan açıklamada çok önemli bir bölüm var oysa, iki çocuğun reyting uğruna harcanmaması özellikle rica edilmiş. Muhabirimiz ise iki hayatta açacağı yarayı hiç ama hiç umursamadan canavarca bir hırsla haberini döşemiş.
Ben de gazetecilik okudum ve ilk dersimde hocanın sorduğu bir soru ile gazeteci olamayacağımı anladım. Soru şuydu, "boğulan bir adam görseniz, onun fotoğrafını mı çekersiniz yoksa onu kurtarır mısınız?" Sınıfın yarısından fazlası hiç düşünmeden elbette adamı kurtaracaklarını söylediler. Hoca da sınıfın yarısından fazlasının gazeteci olamayacağını söyleyip diğerleri ile ilgilenmeye başladı. Onlar gazetecilik mantığını çoktan kapmışlardı, gelecek vaad ediyorlardı. Önce fotoğraf çekip sonra adamı kurtarırdı bir gazeteci. Mantık buydu.
Bütün bu mantık tam bir saçmalıktı. Ve ben asla bu saçmalığın içinde yer almayacaktım. Vicdanı ile cebelleşip duran çok başarılı bir gazeteci olmaktansa, başarısız biri olup vicdanım tertemiz rahat uykulara dalmayı tercih ederdim. Biliyordum ki bir kez boğulan adamı boğulmaya bırakıp fotoğrafını çekersen, haberin tüm kanallarda, gazete sayfalarında boy boy yayınlanırsa, kısa bir süreliğine alkışlanırsan hep alkışlanmak istersin. Bu bizim doğamızda var çünkü. Bir kez alkışlanan biri o alkışı yeniden duymak için aklın hayalin alamayacağı şeyleri yapabilir.
O haberi okurken bütün bunlar geçti aklımdan. Ben olsaydım eğer, boşanan bir çiftin (ki bu boşanma bilgisinin kamuoyu ile paylaşılmasının ne gibi bir önemi var bu da acaip ya) iki küçük çocuğunu, haber uğruna harcamazdım. O dedikodu olarak nitelediğim bilginin kesin olarak doğruluğundan emin olsam bile bunu asla yapmazdım. Ve bana muhtemelen derlerdi ki "Sen yapmasan başka biri yapacak, o çocukları bu canavarların dişlerinden asla koruyamayacaksın, onlar ünlü bir anne babaya sahip olmanın bedelini hayatları boyunca ödemek zorunda kalacaklar" Ben de bunları diyene derdim ki, "Bugün ben yapmayacağım, yarın başkaları buna hayır diyecek. İnsanların özel hayatlarına saygı duymayı bir şekilde öğrenmek zorundayız. Herkes "geleceğimiz olan çocuklarımız.." diye başlayan yaldızlı cümleler kurarken bir kez daha düşünecek böylece. O çocukların geleceğimiz olmaları için ne yapıyoruz diye kafa yoracaklar"
Sürekli başarılı olmak zorunda olduğumuzun, yoksa kurtlar sofrasında yitip gideceğimizin iliklerimize kadar işlendiği bir hayatta, fazla romantik bulunabilir sözlerim. Ben öyle düşünmüyorum. Yapmaya çalıştığım şey romantik olmaktan ziyade kendi doğrularım uğrunda asla utanmayacağım bir hayatı yaşamak. Bu da mı fazla romantik?
Fotoğraf: Life
Vicdanın güzel Aydan atlayan Kedi,
YanıtlaSilVicdanla cüzdan arasındaki ince çizgiyi çok iyi ayarlayabilmek gerek:)
YanıtlaSilMÜMTAZ DİNGİR: Teşekkür ederim
YanıtlaSilMİSKİN VE BECERİKSİZ: Çok doğru...