Eskiden yeni yıl kararları alırdım. Bilindik şeyler, yok sigarayı azaltayım, hergün yürüyüş yapayım falan filan gibi alındığında mutlu eden ama iş uygulamaya gelince hiç de öyle olmadığı görülen kararlardan söz ediyorum. Bir süredir karar marar almayacağım diye bir kararım var. (Yine de karar almışım ya pes) Çünkü şunu farkettim benim beynim "yapılacakları bir kenara yaz, sonra disiplinli bir şekilde uygula ve sonuç al" şeklinde çalışmıyor. O kararlar, her daim hatta uyurken bile, arka planda benden habersiz çalışıyor, kendi kendini dokuyor ilmek ilmek ve hayata geçiyor. Disipline zorlamaya karşı duran benim gibi insanların çoğununki de böyle çalışıyordur sanıyorum.
Her neyse beynimin arka planında neler döndüğünü bir yana bırakalım da bu yıl neler yaptığıma bakalım. Bu yıl hiç planlamadan resim yapmaya başladım. Sulu boya. (Belki birgün buraya da birkaç resim koyarım. Ama şimdi değil çünkü henüz istediğim düzeye gelemedim.) Planlamadan diyorum ama aslında aklımın bir köşesinde birşeyler üretme fikri her daim vardı. Birgün bir arkadaşım, ona kendimi pek iyi hissetmediğimi söylediğimde şöyle dedi, "Eskiden birşeyler çiziyordun. Neden bıraktın ki? Belki yeniden başlasan sana iyi gelir." Ertesi gün gittim suluboya, kağıt, fırça falan aldım. Suluboya hakkında en ufak bir fikrim olmadan ve neden suluboya yapmak istediğimi bilmeden. Bugün hala düşünüyorum neden bu boyayı tercih ettiğimi. Resim öğretmeni bir arkadaşım "neden sulu boya ile başladın, o en zorudur" deyince "zoru sevdiğimden mi?" diye düşündüm ama hiç değil zira zor şeyler beni usandırır. Ama bundan usanmadım. Bu da beni hayrete düşüren bir başka nokta aslında. Annemin deyimi ile tam bir maymun iştahlı olan ben kendimdeki bu istikrara şaşırmaktan alamıyorum kendimi.
Resmin bana kattığı en güzel şey yarı kör olan gözlerimi açmış olması diye düşünüyorum. Nasıl olduğunu anlatayım; gökyüzünü boyamaya çalışıyordum. Pembe bulutlu, insana huzur veren bir gökyüzü istiyordum. Ve o an şunu fark ettim, bulutlara bakmışım ama aslında onları görmemişim. Gece nasıl görünürler, günün hangi saatinde güneş neredeyken nasıl bir renk alırlar, gölgeleri ne zaman toprağın üzerine düşer hiç ama hiç dikkat etmemişim. Bir de ağaçlar var elbette. Renkleri nasıl değişiyor, her mevsim yeşil kalanlar, kışın yaprak dökenler hangileri, hangi ağacın gövdesi hangi renk, boyları ne uzunlukta, dalların kalınlıkları nasıl hepsinden bihabermişim. İnsan hep tepesinde duran gökyüzüne, hergün önünden geçtiği ağaçlara, yaprakların dokusuna, güneş ışıklarının bulutların ardından süzülüşüne, dolunaya, çiçeklerin rengine sadece bakıyor galiba çoğu zaman. Görmeden sadece bakıyor, "zaten orada duruyorlar" mantığıyla hiç dikkat etmiyor. Ne yazık. Ne büyük kayıp.
Resimlerim nasıl bilmiyorum ama dünyayı böyle bir gözle görmek bana iyi geldi. Uzun uzun gökyüzüne bakmak, zarifçe dans eder gibi kayan bulutlardan gözlerini alamamak, yapraklarını gün be gün döken dallara dikkat kesilmek, hergün önünden geçtiğin ağacı selamlamak ve bazen ululuğu karşısında kendini minicik hissettiğin çınar karşısında saygıyla eğilmek bana gerçekten iyi geldi.
Sanat bu yüzden belki de ruhumuza ışık saçıyor. Güzelliğiyle büyülendiğin bir tablo, birden bir yerlerden çıkıveren ve içini ısıtan bir şarkı, akla ziyan ayrıntılarla donatılmış bir heykel, bir mimari şaheseri, her gözünü açıp kapadığında gözlerinin önünde beliren sahneleriyle izledikten sonra aklını alamadığın bir film, kahramanlarını arkadaşların sandığın bir roman ve daha pek çok şey. Bu yüzden hangi dalı olursa olsun insan sanatın bir dalı ile ilgilenmeli bence. Daha güzel yaşamak için, kör, sağır, dilsiz yaşamamak için, içinin ısınması, ruhunun parıldaması için mutlaka ilgilenmeli. Eğer içimizde Tanrı'dan bir ışık varsa onu parlatan tek şey bu çünkü.
Resim: Jean Alphonse Roehn
Hayat plansız olsun ama az da olsa düzeni olsun.
YanıtlaSilBen hayatın, en karmaşık göründüğü zamanda bile, kendi içinde bir düzeni olduğunu düşünüyorum. Eskiden kontrol delisiydim ben hem de ne deli. Korkunçtu. Düzen istiyordum ve ben istedikçe sanki herşey daha karışık oluyordu. Şimdi akışa bıraktım galiba. Onun kendi düzeni var ve ben de ona misafirim :D
SilSevdiğimiz bir çocuk kitabı var, yazarı da bir çizer ayrıca. Şu kitabında (https://www.dr.com.tr/Kitap/Gokyuzunun-Rengi/Cocuk-Ve-Genclik/Okul-Cagi-6-10-Yas/Cocuk-Oykuhikaye/urunno=0001720707001) bir çocuk okulda yapılacak duvardan duvara bir resim için gökyüzünü yapmayı seçiyor ama malesef kutuda hiç mavi boya kalmamış (Deniz yapan çocuk almış). Günlerce gökyüzünü izliyor, bazen sarı turuncu bazen pembe bazen kara... ve en sonunda elindeki renklerden öyle güzel renk geçişli bir gökyüzü yapıyor ki. Yazınız bana bu kitabı hatırlattı. Benim de ilerisiiçi. Hayallerimde suluboya var. Mutlu yıllar
YanıtlaSilAklıma resim yapan çocukların hayal güçlerini sınırlamamak gerektiği, neyi ne renk istiyorlarsa o renk boyamalarına müdahale edilmemesi gerektiği konusunda okudum bir yazı geldi. Ben de aynı fikirdeyim. Çünkü resim yapmaya başladıktan sonra doğanın bazen çok acaip renklere büründüğünü farkettim. Hatta "ben bunu bu şekilde aynen boyasam, böyle gökyüzü mü olur" diyeceklerini bile düşündüm. Doğanın sabitlenmiş bir renk düzeni yok. Her an bizi şaşırtmaya hazır. Sevgiler ve mutlu yıllar :)
Silne iyi geldi okumak. özlemişim. bugün böyle bir gün zaten. özlediklerimi okudum, aradım. biraz blog yazdım, fotoğraf baktım. ne iyi geldi.
YanıtlaSilBuna sevindim işte :) Çok sevgiler
Sil